30 Aralık 2014 Salı

BAL

Yatılı okul.......bir dönem Yeşilçamda  üvey çocukların gönderildiği  yerdir. Yeni hanım çocuğu istemez ve gönderirler, çocuk istenilmediğini anlar.  Hababam sınıfını izlerken ise eğlenceli olduğunu düşünürsünüz.

Bizim durumuz farklıydı, istenmiyor değildik, sadece ailelerimiz  iyi eğitim almamızı amaçlıyordu. Öyle ya, her memlekette yoktu Anadolu Liseleri.  Sınava girdiğimiz de çok da bilincinde değildik, çocuktuk, bilmiyorduk neyin ne olduğunu, çalışkandık, zekiydik ve başarılı olacağımıza inanılan bir sınav bizi bekliyordu.  Aynı okulda gündüzlü okuyanlar muhtemelen işin farkındaydı, o okulun başarılarını, prestijini biliyorlardı, çoğu özel bir ilkokuldan hazırlanarak gelmişlerdi.

Ve bir araya geldik.

Hepimiz kendimize göre algıladık, anlamlandırdık geçen yılları. Evinden okula gidip gelenler için bir okul olsa da bizler için evdi, yuvaydı, arkadaştan öte, kardeşti !  Kimseye açamadıklarımızı paylaştık, ailelerimiz bile ergen sırlarımızı asla öğrenemedi. Hababam kadar eğlenmesek de, çok keyifli anları paylaştık.

Kendi kendine büyümek kolay değildi, yaralarımız da oldu, hatta bazıları öyle izler bıraktı ki, alışkanlıklarımız değişti, kişiklerimiz daha sert oldu. Öylesine bir başınaydık ki, mantığımız, duygularımızı geri de bırakmalıydı. Sonraki yıllarda bir araya gelip konuştukça bu izleri daha  iyi irdeleyebildik.

2014 de birbirimizde ayrılıp kendi yolumuzu gidişimizin  yıl dönümünü kutladık. O güzel çocuklar büyüdü, yaşamı deneyimlerken masumiyetlerini de törpüledi, ancak beraber olduğumuz da biz yine o masum çocuklardık....... Yol boyu edindiklerimiz tabiki bize değer kattı, ancak bir birimizin gözündeki değerlerimiz daha fazla  ve hatta çocukluğunu bilip, yanına gidip "nasılsın" diyemediklerimizle şimdilerde daha da yakınız.

Teknolojinin böylesi hızlandığı, bilginin ve bana göre yüzeyselliğin arttığı bir dönemde kendi neslimi şanslı görüyorum. Yaşamlarımıza dokunurken "beğen" gibi bir seçeneğimiz yoktu ve gerçekten beğendiklerimizle beraberdik. Ulu orta göz önüne sereceğimiz fotoğraflarımız bu kadar bol ve kolay değildi . Ve ailelerimizin sahip olduklarıyla veya ünvanlarıyla hiç ilgilenmedik. Kimin kızı, kimin oğlu olduğundansa, bize ne kadar yakın olduğu önemliydi.

Kazandığımız sadece bir sınav değildi,  bilginin, görgünün, sevginin ne olduğunu bilen o güzel çocukları aynı çatı altına toplamak için bir fırsattı.

Yeni Yılınınz kutlu olsun, hepinizi seviyorum.



25 Aralık 2014 Perşembe

Matematik

Trabzonlu Temel Ağa'nın sevgili torunu Eda'ya verilen ödev ile başı derttedir... Eskişehir'e göç eden arkadaşı Niyazi'ye başına gelenleri yazar: 

"Niyazicuğum. Hani benim küçük torun var ya. Geçen akşam, geturdi ödevini önüme koydi. Bi yandan da ağlay. Zaten dertlerini hep bağa açar. 
 
Dedi ki; 
-"Habunlari anliyamadum. O yüzden da yapamadum. Yarin öğretmen beni dövecek."
 
Dedum ki;
"Ağlama uşağum, bunun içun öğretmen adam dövmez. Simdi oni çözeruk."
Ne mümkün Niyazi kardaşum: Bi tirenlan, bi otobos ayni istasyondan kalkmişlar. Tiren otobostan üçte bir daha hizli gidiy. Otobos iki yerde onbeşer dakka istirahat vermiş. Tiren da bi yerde durmiş, 20 dakka su almiş. Otobos saatte 60 kilometro gidiymiş. Tiren 5 saat sonra gidecegi yere varmiş. Otobos ise ne vakit sonra oraya varacakmiş. 
 
Oğraştum yapamadum. Uşak ağlay. Derken bub ası geldi. O da çözemedi. Diyrum oğa ki, "damat, senun taniduğun tahsilli bi otobos şofori var ise oğa soralim, belki o bilebilur. Yahutta sabah olsun ben uşaği şoforler cemiyetine götüreyum. Onlar arasinda belki tirenle yariş etmiş bi şofor vardur da bize nasihat verur." 
 
Ha, biz bi yandan da uşağa tireni tarif ediyruk. 
Tiren görmemiş ki... Ne anasi görmiş, ne bubasi. Ben da bi tek askerlukte Erzurum'dan Sivas'a gittiydum. Neysa kardaşum, o gece çok kizdum. Diyeceksun ki niye? Uşak daha incir ağacindan duti ayiramay; mezgiti gosteriyrum, hamsi diy; efendum, yumurtanun fabrikada yapilduguni sanay. Biz gelduk araba yariştiriyruk.
 
Yani efendi, otobos saatinda varsa ne olur, geç varsa ne olur? Gurbetten yolci mi bekliysun? Eğer varacaği saat onemliysa, edersun yazihaneye bi telefon, derler sağa otobosun inecegi zamani.. Bu kadarluk mesele içun sabiyi subyani niye telef edersun? Uğacuklarda sarki yok, türki yok, oyun yok; dayamiş matamatiği. 
Ayuptur..." 

23 Aralık 2014 Salı

CHP seçmeni

İki veya daha fazla CHP seçmeni bir araya geldiğinde yaptıkları ilk iş kim olursa olsun parti başkanını eleştirmek. Ne hikmetse her seçmen kendinden o kadar emin ki, bıraksalar partiye başkan olacak, tıpkı her Türk erkeğinin futbolu hakemler ve antrenörlerden çok daha iyi bildiği gibi.

Parti başkanı eleştirisi ile birlikte Atatürk'ün erdemlerinden, ne kadar büyük bir lider olduğundan bahsedilir, asla eleştirilmez ve Atatürk sevgileri yarıştırılır. Adeta bir tür tapınma !  Anlamak değildir bu, kim daha çok seviyor yarışıdır. Bunca yıldır Atanın ilkelerini ve zamanının çok ötesindeki vizyonunu anlamış olsaydık, bugün bu durumda olmazdık.  İlkeleri ezbere bilerek, her bayram mozolesine, büstüne çelenk koyarak ve aynı şiirleri okuyarak onu anladığımızı sandık.

Demek ki, fikri hür, irfanı hür bireyler, çelenkle, otla, çöple yetişmiyormuş !  Onca yıl geçti hala 10. yıl marşıyla yürümekle hele hiç olmuyormuş.

Benim anladığım kadarıyla bu seçmen, özgürlük deyince sadece rakısını içmek, şortunu, minisini rahatça giyinmek istiyor, başkaca da bir derdi yok........

Seçim olur, tatilini kesmez !

Ola ki, tatili kesti, söylemini beğendi diye gider başka bir parti başkanına Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy verir, sonra da şapşik olur ! Tamam söylemi iyiydi, neden sadece CHP seçmeni etkilendi, neden AKP ye oy veren kürt seçmen hiç etkilenmedi ?

İlk başlarda, daha tanımadan Ekmeleddin ismiyle dalga geçtiniz. Kardeşim, % 99 ' u müslüman bir ülkede yaşıyorsunuz, Castro'yu mu aday gösterselerdi ? Tamam inanmayın ama yaşadığınız topluma bir zahmet bakıverin.  Dinin sömürüye açık olduğu bir toplumda, sömürmeden dini inançlarını yaşayan birileri neden sizi rahatsız ediyor ?  Rahatsız değilseniz, söz konusu türban olunca "benim büyükannem de başını örterdi ama türbanla değil  " demeyin .

İktidara gelmek için oy kullanmak dışında ne yaptınız ? Yürüyüşlere gittiniz, saatlerce bekleşip en büyük Atatürk imzasını yaptınız.......... bunun kime faydası var, onca saat dikildiniz, imzanın resmi çekildi, sonuç ne ?

Kaç taneniz o kadar saatini mahalle mahalle gezip, insanlarla konuşarak geçirdi ?  Cahil olmakla suçladığımız kaç kişiye bir şeyler öğretmeye çalıştınız, yaşamlarına, yüreklerine dokundunuz ?

Atatürk olsaydı, bırakın arkadaşım ben imzamı atarım, gidin  insanlara bir şeyler öğretin derdi.  Gidin ve onları anlamaya çalışın, yanlış öğrendiklerini doğrulayın, sırtlarını sıvazlayın, bunu sıkılmadan, bıkmadan yapın ki, dönüşü tüm ülke yararına olsun. Yoksa elde bayrak, dilde 10. yıl marşı ile bir şey olacağımız yok !!!

Ve bu şekilde davranarak tutuculuk konusunda bence AKP seçmeninden hiç farkınız yok, onlar en azından çalışıyor !!




Winnie


Kahramanlarım  :) 




19 Aralık 2014 Cuma

Onun Hikayesi III

Evet beklemeden sevdi, sevmeyi görev bildi !  Ve yaşam böyle akıp giderken ben eksik parçamı aramayı akıl bile edemiyordum. Mutluyduk . Taa ki, felaketler birbirini izlemeye başlayana kadar. Sıraya girmiş bekliyorlarmış. Sen de bilirsin, o dönemlerde etrafımızdaki insanların imrendiği bir yaşantımız vardı, hem maddi, hem de manevi anlamda, mutlu aile tablosu çizmiyorduk, gerçekten mutluyduk. Önce işler bozuldu, Mustafa bana belli etmemeye çalıştıkça daha çok battı. Hissediyordum ancak açıkça konuşulmuyordu. Sonrası Gümmmmm.............

Bununla geçse iyi, nasıl olsa toparlardık, beraberdik, para, pul her şey değildi ! Beni bilirsin böyle şeyleri çok dert etmem, göğüs gererim, destek olurum . Var gününde yanındaydım, yoklukta mı bırakacaktım. Elbet bırakmadım.

Tam toparlıyoruz derken, ben tökezledim. Öte yana gidip geldim, O konuyu sonra anlatırım. İçim daha fazla darlanmasın :) Anımsamaya çalışınca neler yaşanmış diyorum. Adamım bana mı, o esnada hastalanan anasına mı, durduk yere kaza geçiren abisine mi koşsun......... Hepimize de koştu. Hatta iki ara bir derede, eve koşup bana pansumana gelen hasta bakıcıyı bile evine bırakırdı. Hiç şikayet etmedi biliyor musun ?  Bir kere bile yüzünü düşürmedi . İşte ben böyle bir adamı aldattım !

Bana karşı bu denli iyi olmasını mı hazmedemedim, bilmiyorum. Kendime göre haklı nedenlerim var.

Ölümden dönünce yaşamı sorguladım, bu kadar mıydı ? On dakikada her şey bitebiliyor muydu ? Lanet beynim her şeyi sorgular olmuştu, ne istiyordum, hayatım böyle mi gidecekti. Bir kadın olarak bitmiştim. Darma duman olmuştum.........Yaş 35 yolun yarısı.....geriye ne kaldı ? Eksik parçam hala yoktu, ne istiyordum ?  Hala beğenilebilecek miydim ? Evet kocam hala beğeniyordu, ona göre çok güzeldim, akıllıydım, ya başkaları için ?  Ve artık inançsız ,korkusuzdum....... sadece on dakika da yok olabilecek isem, korkacak ne vardı ki ? Hiç bir şey !  Korkusuz bir bencil oldum, her şeyi yapmaya hakkım vardı..........



 

15 Aralık 2014 Pazartesi

Zamanın eli

Bazen boş ve gereksiz şeyler için üzülüyoruz.........Oysa kontrolümüz dışında gelişen yüzlerce olay var.......kendimizi ve sıkıntılarımızı bu denli önemsemesek her şey daha kolay olabilir ! 

Tüm bu olanlar kelebek ömrümde kısa metraj film.......sadece bu kadar  :)  

24 Kasım 2014 Pazartesi

Öğretmen

Beni böylesi güzel dilekleri olan öğretmenler yetiştirdi ! Huzur içinde uyu hocam, bugünleri görmemen iyi oldu

Tüm sorunlarımıza karşın güçlü ve umutluyuz yarınlardan.

Sizlerle...
Nasıl sizler!e?
Namuslu sizlerle,
Akıllı ve bilgili sizlerle,
Kendi çıkarlarının kıskacından kurtulabi!miş sizler!e,
Bencilde değil, özveride o!an sizlerle,
Kişisel değil ulusal çıkarlarda olan sizlerle.
Ulusal ve çağdaş kültürle yoğunlaşmış siz|erle.
O zaman 10. yıl söylevi gerçeklesin. Devrim ve ilkeler!e ayakta, kalkınmış, güçlü, bölgede barış unsuru, barış içinde, onurlu Türkiye.
Sizlerle.
Bu duygu ve düşünceler içinde sizleri uğurluyor;başarılı ve mutlu bir yaşam diliyorum.

Coşkun YAVAŞCAOĞLU

23 Kasım 2014 Pazar

Bugün

Yeni telefonumla hep güzel haberler alacağım dedim ve peşi sıra iyi haberler geldi. Biraz önce ise ölüm haberi aldım. Eski iş yerimdeki arkadaşlardan biri vefat etmiş. Hastalık haberini yazın almıştım ve hemen kalktım gittim. Yıllardır görmemiştim, morali iyiydi, görüşemediğimiz dönemde olanları anlattık birbirimize, çocuklarının resimlerini gösterdi, mutluluklarını paylaştı.

İyi ki gitmişim, görmüşüm.....laflamışım,  bu kadar çabuk mu gidecektin İbrahim !  Yerinde rahat uyu emi, Bende güzel anıların var, geriye bıraktıkların yaşamlarını sürdürürken sen hep akıllarında olacaksın........ gittiğin yerde karşılaşırsan Mesut'a selam söyle .

20 Kasım 2014 Perşembe

Tavukları pişirmişem, hacıyı da çarşıya göndermişem


 Hormonlu tavuklarımızı pişirip, hacı babayı, anayı ve hatta kocayı bir yerlere gönderiyor, köpekleri bağlayıp, önüne ekmek doğrayıp geçiyoruz bilgisayar  başına. Bizden daha akıllı telefonlarımız ise elden düşmüyor.  Öylesine sanal yaşayıp gidiyoruz .

Toplu taşıma araçlarında, kuyruklarda, sokaklarda suratı asık gezen halkım, iş sanala gelince gülen surat dağıtmaya bayılıyor. Yanı başında duran evladına şöyle içten sarılıp koklamayan anneler, oralarda beğen dağıtıp, övgüler düzüyor. Herkes  mutlu.

İletişim özürlü hallerimiz ise sanal da daha bir karışıyor. İlgilendiğin, sadece seninle ekran aşkı yaşadığını sandığın sözde sevgilin bir şarkı paylaştığında hemen üzerine alınıp, anlam çıkarmaya çalışıyorsun, ah be güzel evladım, o an içinden gelmiş dinlemiştir. Hemen alınma veya gereksiz yere sevinme :)  bırak dinlesin, sen melodiye bak, gerçi melodi de pek iç açıcı değil, idare ediver. Bak neredesin aşkım, buradayım aşkım diyor, koş git, sana çikolata verecekmiş.

Sosyal medyada pek bir sevgi kelebeğiyiz, şiirler, güller, çiçekler, böcekler :) Sevgi kelebekleri bazen de hüzün saçabiliyor, hep bir ilgi bekleyişi.  Ben buradayım, ilgilen, açıkça söyleyemediklerimi  başkalarının dizelerinde anla....... Ben anlayamadığımdan öküzlüğüme verin gitsin !

Hep aşk meşk değil, başkalarının fikirlerinin paylaşıldığı ortamlarda yok değil. Fikir üretemeyen halkım pek seviyor başkalarının düşüncesini paylaşmayı. Belki de bazı yazarlar bu yüzden çok popüler. Suya, sabuna dokunmadan yazmalarına rağmen, kısa, anlaşılması kolay olduğundan popülariteleri de artıyor.

Ünlü, modern ve param var ki, gelebildim dedirten mekanlarda çekilen resimleri saymıyorum. Fotoğraf ustası olduk çıktık, akıllı telefon nasıl olsa uygun ayarlamayı da yapıyor. Çek gitsin :)

Dindar kesimin kaynağı da ise asla eleştiri kabul etmiyor, doğruluğundan emin olunmadan paylaşılan hadisler ve ayetler, gözyaşı döken güller, melekler ve kutsal mekanların üzerine yazılıveriyor. Onların da işi zor, kolay mı her cuma yeni bir şey bulmak, e ne diyeyim "hayırlı Cumalar" olsun.

Bu tekrar eden kısır döngüden kurtulmak adına bazen taş devrinde yaşamak istiyorum, icat edilecek ne çok şey vardır, biliyorum şimdi de var, ancak bizim milletin peşinde olduğu bu değil, Amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok, zaten müslümanlar çok önceden yapmış, cuma namazına Küba'ya gittikleri esnada Kolomb denen şahıs kendine mal etmiş !


9 Kasım 2014 Pazar

Unutma


Sevgili kendim, bugün bir kez daha anladın ki, kafasız insanlara katlanamıyorsun, üstelik onlara karşı kibar olmayı bile beceremiyorsun, öyle berbat ki, gerilimi dağıtsın diye yapılan espri bile zeka kırıntısı taşımayınca, "esprin bile senin kadar salak" diyebiliyorsun. Tamam ama sen de bu küstahlıkla çekilmez biri olabildiğini anla ve lütfen böylelerinden uzak dur OK :))

23 Eylül 2014 Salı

Yol

Nereye ulaşacağını bilmediğim yollara çıkıyorum ve eğleniyorum :)

Kalacağım yeri bile bilmiyorum bazen, ne çıkarsa bahtıma, neyse ki, bahtım güzel.......Birazdan yine düşeceğim yollara, istikamet belli, yaşama renk katacak tesadüfler mutlaka olmalı.......

9 Eylül 2014 Salı

annem misin gerçekten ?


Bu akşam yine annemle dalaştım. Belliydi sataşacağı, biriktirmiş, kurgulamış......Bir kez daha anladım ki, beni hiç sevmedin ve asla sevmeyeceksin .......

Bu sevgisizliğinin ben de açtığı yaraları anlatsam dinlemezsin bile. Bazen merak ediyorum sevginin ne olduğu biliyor musun ? Bana içten sarıldığını hatırlamıyorum.........

Senden uzakta büyüdüm ben, Kendimi korumak uğruna kabuklar geliştirdim, duygularımı saklamayı öğrendim..........sen zayıflığı sevmezsin çünkü.......

Annesinin sevmediğini kim sevsin ?

Kimse sevemez sandım, önüme çıkan her sevgiyi sorguladım, inanmadım......"Allah belanı versin bak ne hale geldin"  dediğinde, günlerce ağladım........Evet günlerce, bu öyle bir duygu ki, hangi kelimeyle ifade edeceğimi bile bilmiyorum........korkunç bir yalnızlık, istenmezlik.........yokluk, hiçlik........

Anne olunca senin beni doğurmaktan başka bir şey yapmadığını anladım. Sadece doğurdun o kadar. Evlat çok güzel bir şey be anne, o gözümün bebeği, en değerlim ! Yüzü bulutlandığında içimde fırtınalar kopuyor.........Ne çok koruyucu olmalıyım, ne de uzak........onu sevmek çok güzel, sevdiğim kadar da anlamaya çalışmak.  Benim doğrularım onun olamaz, o bambaşka birisi, sevgimi vermem yeter, Ayağı tökezleyince yanında olacağımı bilmesi yeter.......

İşte ben bunu hiç hissetmedim, aksine düştüğümü bilmeni bile istemedim, başkalarıyla kıyaslayacaktın, durup durup "beceremedin" diyecektin..........

Anne ben buyum........büyük hırslarım yok, bunu anla artık !  Böyle mutluyum, serseriyim, aykırıyım, dağınığım, kafama göre istediğimi yapıyorum, evime eşya almak yerine dağıtıyorum. Eşyanın esiri, kölesi olmak istemiyorum. Bak dediğin gibi evi ne hale getirdim, burası benim evim, süslemek istemiyorum, her şeyin bir işlevi var. İşime yaramayanı atıyorum, her zaman temiz olmak zorunda değil, temizlemek istemediğimde çekip kapıyı çıkıyorum. Dayanamadığım ortamlarda olmayı sevmiyorum, sevmediğim insanlara katlanmıyorum. Olan paramı istediğime harcıyorum sana ne ? Senden hiç para istedim mi, senden hiç yardım istedim mi ? İstemedim...........

Böyle mutluyum..........senin arkadaşların, çocuklarının hayatları beni hiç ilgilendirmiyor. Bu topa girmediğimi öğren artık. Oğlum elini omuzuma atıp "anam" dediğinde ki, mutluluğu dünyanın hiç bir malına, mülküne, başarısına değişmem biliyor musun ?  Bilemezsin ben de sana "anam" demedim.

Hala beni iğnelemeyi bırak........susuyorum, susuyorum..................sabrım taşınca bu geceki gibi çemkiriyorum !

Bir kez olsun bana sevgiyle yaklaşsan, hani bırak sarılmayı, şöyle bir sırtımı sıvazlasan !

Yazdım ve oğlumun gözünün içine bakıp, bir gün seni üzersem bunu bana söyle dedim......... onu üzdüğümü, canını yaktığımı sanırken aslında kendi canımı yakarım, o benim aynam..........




5 Eylül 2014 Cuma

Sistem

(System) Kökeni, Yunanca’daki "sustema" kelimesidir, birleşik bir bütün demektir. Dilimize Fransızca’daki "systeme" kelimesinden geçmiştir. Bir bütünü oluşturan düzenli parçalar, birbiriyle uyumlu düşünceler, kurallar, ilkeler, yöntemler, sosyal, ekonomik veya siyasal örgütlenme şekli, düzen, usul ve yol gibi anlamlara gelir.

Sistem kısaca bu, her yerde olması gerekiyor, beğeniyor veya beğenmiyoruz. eleştiriyoruz fakat parçası olmaktan da kurtulamıyoruz.


Sistem yerine düzen kelimesini kullanırsak, argo tabirle düzene uymaz isek düzülüyoruz.

Seçimler yapıyor, kazanıp, kaybediyoruz.

Durmaksızın tartışıyoruz.

Öyle bir sistem ki, millete hizmet için vekil, belediyenin başına geçip daha yakınındakine hizmet için başkan olmak istesen kendini ait hissettiğin siyasi görüşü temsil eden partiye para vermek zorundasın, harcama yapmalısın ! Diyelim ki, 10.000.000  tl harcadın bu iş için, neden ?  Sadece hizmet etmek mi amacın ? Hiç inandırıcı değil..........hangi partiden olursan ol, harcadığın paranın en az 10-100 mislini kazanmak gibi bir derdin var. Yoksa neden o kadar para veresin ki ?  Belki o miktar seni ömrünün sonuna kadar çalışmadan yaşatacak :) 

Tek amaç hizmet etmek olsa, birileri gelip seni bulur, "adamım sen çalışkansın, dürüstsün, hadi gel enerjini bize harca" der..............diyor mu hayır !  Aday adayı olmak için bile partilere bağış yapmalısın !

Durum bu ise biz neyin sağını, solunu tartışıyoruz. Millete hizmet etme amacına ulaşmak için milyonlarca lira harcaman gerekiyor, seçildiğinde yöntemi nasıl olursa olsun, harcadığını tekrar kazanmak isteyeceksin ve işte o zaman gerçekten dürüstlükten ne anladığın ortaya çıkacak. 

1 Eylül 2014 Pazartesi

Mikado

Her neslin kendine göre yaşadıkları, bir önceki nesilden empoze edilen tavırlar, bilgiler ve yaklaşımlar bir sonrakinde oldukça farklı  tezahür edebiliyor. Ancak  nesilden nesile aktarımlar artık eskisi gibi  değil, teknoloji ile birlikte bilgiye ulaşmak kolaylaştı, büyükannenizi dinlemektense google amcaya sormak, veya çeşitli internet sitelerindeki gruplarda, akranlardan bilgi almak daha kolay ve inandırıcı geliyor. Hal böyle olunca da nesiller arası etkileşim azalıyor.


Yüksek öğretim şansına nispeten daha az sahip olan benim neslimin anneleri;  bu eksikliği, yeni gelişen kapitalizmin dayattığı ekonomik özgürlük" kavramını  "aman kızım oku, aman bir meslek sahibi ol, aman kocana muhtaç olma diyerek" bize aktardılar ve okuduk. Meslek sahibi olduk, fakat öylesine arada kalmıştık ki, yine annelerin söylediği "kadın profesör bile olsa evinin kadınıdır" lafı da hep kulaklarımızdaydı. İşte iyi olmalıydık, evimizi çekip çevirmeliydik........beklenen buydu. Bu becerilerin yetmediği noktada "kadın mutfakta aşçı, salonda lady ve yatakta orospu" olmalı kavramıyla karşılaştık............iyi de kolay mıydı hepsini birden becermek :) Feminen yanımız güdük kaldı, çalışıp para kazanırken, ev işlerine koştururken, yatağı unuttuk.

Ne mi oldu, adamlar bizi kazandığımız paramız ve çocuklarımızla bırakıp, yatağa koştular :)

Bunları yaşayan nesil nasıl kızlar yetiştirdi ?  Tamam oku kızım, işin olsun, amma velakin sırtını da iyi bir kocaya daya ! Parası olsun, sen kazanmak zorunda kalma, kısaca adamın etinden, sütünden, kılından, tüyünden yararlan. O sana bakarsa, senin işveye, cilveye daha fazla vaktin olur :)

Böylesini bulmak ise ciddi iyi avcılık becerileri gerektiriyor. Annenin yatakta hakimiyet kuramadığı anlayan bu nesil, avcılık becerilerini burada devreye sokuyor işte. Ustalaşmak için pratik yapmak şart, başlıyor çalışmaya, artık ekonomik özgürlük çok dert değil, Erkekler nasıl yapıyorsa ben de yaparım diyor, teknoloji de imdada yetişince, hem bardan adam kaldırabiliyor, hem de internetten download edebiliyor.  Sosyal medya denizinde paylaşacak resimler çok, cilalanan yaşamlar ve artan arkadaş, beğeni sayılarıyla beraber, kendinden uzaklaşma ve  farkedilmeyen  yalnızlaşma başlıyor. Sadece kadınlar değil, erkekler de aynı duyguları yaşıyor. 

Aşk, sevgi, seks o kadar ucuzluyor ki, her şey bir tık uzağınızda. Yapay yaşamlar, duygu yoksunu gülümseyen adamlar, çiçekler, kahveler, git gide mekanikleşen cinsellik......... seksin bile sanalı olduktan sonra :) geriye ne kalıyor ?

Av bollaşınca değeri kalmıyor , potansiyel uğruna mevcut olana emek vermek bıraklııyor, nasıl olsa bilgisayar başına geçince sizi anladığını sandığınız birileri var, oysa o da anlaşılmayı bekliyor, sizi anladım derken aynı anda onlarca erkek ve/veya kadını anlıyor :) Anlaşılamadığınız noktada "eski aşklardan" dem vuruyorsunuz, eski bu kadar güzeldi de neden eskilerin deneyimlerine sırt çevirdin ?  O deneyimleri dinleyip, kendine göre sentezlemedin ? Hem eski gerçekten güzel olsaydı, sen böyle olmazdın :) Ayrıca sadece aşk şiirlerini paylaştığın şairler, acı da çektiler, o şiirler ucuz aşklar için yazılmadı bebeğim :) 

Artık avınıza eriştiniz, buldunuz sizi sırtında taşıyacak erkeği, çalışmasanız da olur.  Sıra geldi Japon imparatorunu doğurmaya :)

Bir hamile kalmak ki, aman allahım, sanki başka hiç bir canlıda görülmemiş şey. Bir tek bunlar doğurabiliyor. Doğum sonrası ortaya çıkan by product kızımızı kraliçe yapmaya yetiyor. Bir bilse annesinin evde doğduğunu, büyük annesinin neler yaşadığını...bilmeyince birbirlerine veriyorlar gazı, facebook da doğmamış bebeğe sayfalar açıp, burcuna göre giydirip, ona göre davranıyorlar. Çocuktur dediğinde, "her halinden belli o bir koç erkeği" diyor.......Len kızım ne koçu, ne boğası, bebek işte !  Adam olup olmayacağını anlamak istiyorsan bokuna bak, burcuna değil !

Avcıyken, av durumuna düşen erkek ise, doğum sonrası depresyonuyla mı uğraşşın, para mı kazansın, kraliçeyi mutlu mu etsin bilemiyor ve bilemezken bazılarına salondaki kanepenin yolu gözüküyor. Yine yalnız kaldın be adam !

Kadın artık senden alacağını aldı, git kendini sanal ortamlarda oyala, eski arkadaş bulurum diye Facebook da fingirde veya iş yerinde macera ara.......Asıl istediğin seni anlayacak, iki çift laf edebileceğin biriydi oysa......... sanıldığı kadar öküz olmadığını biliyorum.

 Eşine gelince; Japon imparatoru ondan kopana kadar idare eder, onca zaman seni yalnız bıraktıktan sonra, kendi yalnızlığını anladığında o da senin gibi potansiyelin peşine düşecek, beraber büyütemediğiniz sevgiyi başka kapılarda arayacak........... 

Bunlardan yetişen nesil, nasıl olur acaba ? 

Meryl Streep - I feel the same :)

I  love and admire her, and she is absolutely right !


“I no longer have patience for certain things, not because I’ve become arrogant, but simply because I reached a point in my life where I do not want to waste more time with what displeases me or hurts me.

 I have no patience for cynicism, excessive criticism and demands of any nature. I lost the will to please those who do not like me, to love those who do not love me and to smile at those who do not want to smile at me. 

I no longer spend a single minute on those who lie or want to manipulate. I decided not to coexist anymore with pretense, hypocrisy, dishonesty and cheap praise.

 I do not tolerate selective erudition nor academic arrogance. I do not adjust either to popular gossiping. I hate conflict and comparisons.

 I believe in a world of opposites and that’s why I avoid people with rigid and inflexible personalities. In friendship I dislike the lack of loyalty and betrayal.

 I do not get along with those who do not know how to give a compliment or a word of encouragement. Exaggerations bore me and I have difficulty accepting those who do not like animals.

 And on top of everything I have no patience for anyone who does not deserve my patience.” _ Meryl Streep

31 Ağustos 2014 Pazar

Öküzüm ben

Yıllar önce ilk karşılaşmamızda, beni ölesiye eleştirdi. Kendimde, yaşantımda bildiğim, yüzleşmeye korktuğum ne varsa, acımasızca takır takır saydı döktü. Düz yolda yürürken bırak ağacı, direğe toslamış gibi oldum, haklıydı :)

Yirmi yıl sonra aynısını yaptı, dinlememi istediği, belki kendince anlamı olan bir şarkıyı "aman hiç sevmem" dediğimde, Sebasti'ye dönüp "evlat bu var ya bu , "kadın kısmını öküzü" deyiverdi :))  Haklı mı ?  EVET

Sokaklar geçiyorum

Onu  sevdim.......... belki de aşık oldum...... eğlenirdik, yanındayken hep gülerdim, komik adam, yine  güldürdü........

Sonu yoktu, taşlar  ayakta,oturmuyorlardı yerine.........sevgi yetmiyor.....belki de yetirmeye çalışmıyoruz, arada kırılmasına, üzülmesine dayanamacağım başkası var, emek vermiş, korumuş, kollamış, sarıp, sarmalamış.............başkasına aşık oldum, sen kal denilmiyor ! Diyemedim

Ve yıllar önce bir sabah gerçeği anlatmış olmanın, onun gerçeğini öğrenmiş olmanın tuhaf mutluluğu, üzerimden kalkan yükün geriye bıraktığı hafiflikle Ankara sokaklarında yürüyorum, hem de ıslık çalarak..........yıllar kirletmemiş

Yaşanmamışları, yarım kalmışları, acabaları unutmak zaman alıyor. Hem de uzun zaman, sabahlara aklında o isimle uyanmak, şarkılarda onu düşünmek, başkalarına bakarken aslında ona gülümsemek !

Yıllar geçti..........masumiyet kalmadı, yaşamdan alınan dersler kirletti..........bu sefer gitmek için sabahı beklemedim. Ankara sokakları yoktu.......yaşadığım kentin öteki yüzünün kendini gösterdiği saatlerde arabamla dolaştım..........Yine tuhaf bir huzur vardı.......geçip giden zamanı, yaşam sahnemde rol verdiklerimi düşündüm............

 Radyoyu açtım ve çalan şarkı öyle bir oturdu ki :)   Yazmamışlar kaderimi kimseyle..........

Sandığından daha kırılganım, daha romantiğim biliyor musun ? Gösteremiyorum !

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Aradığınız numara

Bazen tuhaflıkları çeken bir mıknatıs gibi hissediyorum kendimi :) ya onlar beni buluyor, ya da ben çekiyorum, neyse ne, bu durumdan şikayetim yok.

Son iki yılın yaz aylarında sevdiğim iki insanı kaybettim. Telefonumdan numaralarını silmeye elim varmadı. Oradan silersem sanki tümden yok olup gidecekler gibi bir duyguydu yaşadığım. Hala da duruyor numaraları.

Geçenlerde kız kardeşime babamın numarasını sordum. Kapattırdık dedi. O da tutuyormuş numarayı rehberinde. Araştırdım ve belirli bir süre geçtikten sonra bu numaraların yeniden kullanıma açıldığını öğrendim, tabiki bambaşka birileri kullanacaktı.

Bu yılın başlarında yeni bir telefon alınca, mevcut telefonumdan vazgeçmek istemedim. Alışmışım ve sakladığım mesajlarım, resimlerim var. Yeni telefona, yeni numara alayım, yeni telefonumu ve numarayı kullandıkça eskisinden vazgeçerim diye düşündüm.

Geçen hafta babamın numarasıyla aklıma takılan soru, karşıma böylelikle çıktı :)  Telefon çaldı açtım ve karşımda alo, sesini takip eden bir sessizlik ve ağlama. Bekledim tekrar ararlar diye, olmadı. Ben de aramadım. Ertesi sabah yine aynı numara aradı, bu sefer bir erkek sesi.........

Benim yeni numaram, ilk arayan kadının iki yıl önce rahmetli olan eşinin iş telefonuymuş, silmemiş ve birden aramak istemiş. Daha önce aradıklarında "bu numara kullanılmamaktadır" iletisi alırken, bu sefer açan ben oldum !

Oğlu durumu anlattı, rica etti ve hattı onlara verdim......En azından eski numaramı tuttuğum ve bu yeni numarayı çok insanla paylaşmadığım için kaybım yok sayılır.

Bir kere de kafama takılan bir olayı yaşamasam şaşıracağım !


25 Ağustos 2014 Pazartesi

Yıldız



“Geceleri gökyüzüne baktığında, yıldızlardan birinde benim yaşadığımı ve orada gülüyor olduğumu bileceksin. Bu yüzden sana sanki bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Bütün dünyada yalnızca senin gülen yıldızların olacak.“

"What are you trying to say?"

"All men have the stars," he answered, "but they are not the same things for different people. For some,who are travelers, the stars are guides. For others they are no more than little lights in the sky. For others,who are scholars, they are problems. For my businessman they were wealth. But all these stars are silent.

You--you alone--will have the stars as no one else has them--"

"What are you trying to say?"

"In one of the stars I shall be living. In one of them I shall be laughing. And so it will be as if all the stars were laughing, when you look at the sky at night . . . You--only you--will have stars that can laugh!"

And he laughed again.

"And when your sorrow is comforted (time soothes all sorrows) you will be content that you have known me. You will always be my friend. You will want to laugh with me. And you will sometimes open your  window, so, for that pleasure . . . And your friends will be properly astonished to see you laughing as you look up at the sky! Then you will say to them, 'Yes, the stars always make me laugh!'

 And they will think

you are crazy. It will be a very shabby trick that I shall have played on you . . ."

Küçük Prensi okuduğumdan beri yıldızlara gülüyorum ! Ve bir gün orada olduğumda buraya bakıp güleceğim..............











19 Ağustos 2014 Salı

Just do it !

Bu sabah gelen bir maile bakınırken, bir dolu link ziyaret ettim, boş vaktim var, kahve içerken bakınıyorum, derken reklama tıkladım ve DIY - Do it yourself sitelerinden birine girdim. Beyin bu durmaz ya, düşünceler oradan oraya zıplar. Önce do ve make farkına takıldım, oradan kendin yap, KENYAP oldu, kendin pişir kendin ye......oralara kadar gittim. Sonunda bu anıya geldim.

Lise yılları, tatile gidiyoruz. Keyifli bir yolculuk, sonunda deniz var ne de olsa. Annemle babam laflarken ben ve erkek kardeşim arkada, kah dalaşıyor, kah susup oturuyoruz. Radyo açık. Dağlık bir yerden geçerken cızırtılar başlıyor ve babam kapatıyor. Fırsat buldum ya, hemen yanımdaki kaseti uzatıyorum babama. Başka türlü dayanmaz benim o dönemde dinlediğim müziklere. Haklı da ! Başında kavak yelleri esen kız ergenin romantik müzikleri çok da çekilesi değil onun için.

Bir kaç şarkı sonra duyulan sözler "do that to me one more time"............"kiss me like you just did"

Ben kaptırmışım kendimi sevgilimin hayaline, öpüşmüşlüğüm olmasa da sevgili işte. Birden babam "Ne diyor bu şarkıda ?" diye sormaz mı !  Tam olarak çevirsem.....moku yedim :)  bilmiyorum desem, ingilizce öğrenmek adına yatılı okuyorum ya, hepten beter :)  Babamla baş başa olsak sorun değil, anamın diline düşersem yandım.........karnede gelen her zayıf nota, sen öpüşme, sevişme şarkıları dinlersen olacağı bu söylemini yıllarca çekeceğim demek !

Ve........" bana yeniden güzel yemekler yap annem, seni öpmeyi özledim gibi saçma sapan geveledim .............. babamın ingilizcesi kötü değildi, anladı tabiki ve gülerek "bizi özlediğinde dinliyor olmalısın" dedi !  Şarkı biter bitmez, "boşver sen radyoyu aç en iyisi " diyerek, sonraki şarkıları çevirmekten kurtuldum.  Eminim içinden "eşşek sıpası sen kimi kandırıyorsun" demiştir :)

https://www.youtube.com/watch?v=oxK8GFWqqT8




16 Ağustos 2014 Cumartesi

Gülümse

Ne çok şey oldu, eğlendim, mutluydum, mutlu ettim.........e daha ne olsun !

O çifti dinlerken de gülümsedim......... öncesinde çok şey konuştular sanki hesaplaştılar , kavga veya çatışma yoktu, bu cümle sonrası sessiz kaldılar, sonrasını merak edeyim diye masadan kalktım

"Bilmiyorum" dedi adam. "Seni mi, seninleyken mutlu olan beni mi özlüyorum ?" Bilmiyorum !

26 Temmuz 2014 Cumartesi

Saçma

Sahiplenmenin, sahip olunanların verdiği ayrıcalıklara duyulan hırsı hiç anlayamadım. Ağzımda gümüş kaşıkla doğmadım lakin plastik çatal kaşıkla da  yemek yemedim. Zevklerim, inceliklerim, hassasiyetlerim ve olmazsa olmazlarım var ve bunların parayla satın alınamadığını biliyorum. Yaşamı güzelleştirmek için çok paraya gerek yok. Yeter ki, geçinmeye gönül olsun.

İnsanlığın, dünyanın evrimini, geçmişini okuyup, üzerinde düşündüğümde, bir kum tanesi gibi hissediyorum.  Daha keşfedilememiş yerleri olan bu koskoca evrende hepimiz birer taneciğiz ve bunu görmezden gelip kendimizi hırpalamayı görev ediniyoruz. Bu düzenin değişmeyeceğini de biliyorum, sadece kendimi değiştirebilirim..........Neye göre değiştireceğime karar veren ise yine benim. Bütün sözler, dönüp dolaşıp yine kendimize geliyor. Bu mudur acep Ene'l Hak ?

Hakka yürümek nasıldır ?  Ne zaman gelir ecel ? Ve o anda neler hissedilir............Zamansız olmadıktan sonra kurtuluş, ölmek değil, ölene ağlamak beter ...... Ruh var mıdır, zaman zaman gelip, geride kalanlara şöyle bir bakar mı ? Hasretle onları kucaklamak veya hüzünlerinde teselli etmek ister mi ?  Yoksa yaşarken sevdiklerinin kötü işler yaptıklarını görünce kendi kendine hala üzülebilir mi ? Cevapsız sorularım yine geldi aklıma..........

Ölümde bile ne çok ritüeller var, dini bırak, her kültür kendince bir şeyler yapıyor. Bilinmeze gidene elveda demek, ruhunu rahatlatmak, orada kullanacağı eşyaları mezara koymak falan. O'nu mezara indirdiklerinde kendimden bir şey vermek istedim. Telaşla elimi çantama attım, mavi bir boncuk buldum ve atıverdim........benden bir şey olsun........bunu yaparken bile kimse görmesin istedim, ne saçma !!  Görseler kesin işin içine dinsel bir şey katarlardı......yok günah, olmaz etc.

Sonra aklıma geldi, arkeologlar eski mezarlarda eşya bulurlar, belki onlar da benim gibi düşünenlerdir. Neden olmasın.

Saçmaladım bugün, içimden geldi. Sanki başka zaman çok aklı başında şeyler yazıyorum da. Amann salla gitsin be Birgül !


25 Temmuz 2014 Cuma

Bu Sabah

Erken uyanmayı, günü karşılamayı seviyorum.

Gün batımının kızıllığını, kimine göre hüzünlü, romantik görüntüleri yerine, güneşin doğuşunu izlemek mutlu ediyor. Yeniden doğuş, bitenin hüznüne çelme takıp geleni karşılamak, geçmişe takılmaktansa, uyanıp yeniden başlamak......

Bu sabah da öyle oldu, hava keyfime uygun, halletmem gereken bir iş var, tembellik edip arabayla gitmek yerine yürümeye karar verdim, üstelik bildik kısa yol yerine uzun ve gölgelik olanı seçtim. Ellerim cebimde, beynimde kelimeler, ıslık çalamasam da fon müziğim bile var. Yürüyorum.

Karşıdan gelen iki kadın yakınlardaki bir hastaneyi sordu ve çok güzel tarif ettim. Ve bu tarif sonrası kendimi de tebrik ettim :)) Çünkü bu yaşıma geldim sağımı ve solumu hala karıştırabiliyorum.  Gülünesi gelebilir, ama öyle............beynim bu konuda error veriyor. Sadece bir kez  doktorun peşi sıra gelen "sağa bak, sola bak" yönergelerine tam doğru uyabilmiştim. Hatta o esnada yanımda olan bir başka doktor arkadaşım bile "hayret ilk kez bir hastanın 10 dk boyunca sağı-solu karıştırmamasına şahit oluyorum demişti..........Tabiki uyacaktım, uymasam göz gidiyordu, sıkıysa uyma, beyin bu işte, acil durumda kendini kolluyor.

Benim gibi sağı solu karıştıranlara, sağına sarımsak, soluna soğan derler ya, öyle yapsam, bu sefer soğanla, sarımsağı karıştırabilirim ki, bu daha feci :)  İlginç olanı ise ingilizce olunca karıştırmıyorum. Left / right dediklerinde sorun yok :)  Öte yandan ingilizcede karıştırdığım ise pull / push !  Kapılarda görünce beynim bir an duraklıyor," usta hangisinde itecek, hangisinde çekecektik ?" Hemen aklıma "push the button" geliyor, düğmeyi çekmeye kalksan ne olacağı belli değil, en iyisi itmek :)

Bu sağ / sol işi de en çok yol tarifinde problem. Ve bizim millet bu konuda cidden zayıf. Yurt dışında insanlar hemen tarif edebiliyorlar, sokakları, caddeleri düzgün. İmarları planlı, bizdeki gibi keyfi ve rüşvetle oraya buraya kondurulmuş binaları yok. Farklı politik görüşleri olan belediye başkanları göreve gelince kafalarına göre sokak, cadde isimlerini değiştirmiyorlar. Sağı / solu karıştırmasınlar diye insanlara belki de soğan ve sarımsaktan daha anlamlı çözümler üretebilmişlerdir, bildiremedim şimdi :)

Her neyse, yol tarif ettikçe, sağımı solumu karıştırmıyorum, en iyisi neyin nerede olduğunu bildiğim mahallelerde yol kenarında durup, bilmeyenlere tarif edivereyim, bir tür canlı navigasyon aracı :) Lütfen uydu görüntüsü istemeyin, hepten dumur olurum sonra !






24 Temmuz 2014 Perşembe

Saklamak için


Çok beğendiğim yazarın intihar mektubu, kendi yaşamına son vermeyi korkaklık görmüyorum, bu da bir ifade ve duruş şekli !


Dearest,
I feel certain I am going mad again. I feel we can’t go through another of those terrible times. And I shan’t recover this time. I begin to hear voices, and I can’t concentrate. So I am doing what seems the best thing to do. You have given me the greatest possible happiness. You have been in every way all that anyone could be. I don’t think two people could have been happier till this terrible disease came. I can’t fight any longer. I know that I am spoiling your life, that without me you could work. And you will I know. You see I can’t even write this properly. I can’t read. What I want to say is I owe all the happiness of my life to you. You have been entirely patient with me and incredibly good. I want to say that – everybody knows it. If anybody could have saved me it would have been you. Everything has gone from me but the certainty of your goodness. I can’t go on spoiling your life any longer.
I don’t think two people could have been happier than we have been.

En sevdiğim,
Yine delirecekmişim gibi hissediyorum. Bu korkunç günleri atlatamayacakmışız gibi hissediyorum. Ve giden zamanı geri çeviremeyeceğim. Sesler duymaya başlıyorum ve konsantre olamıyorum. Bu yüzden yapmam gereken şeyi yapıyorum. Bana verebileceğin en büyük mutluluğu verdin. Kimsenin yapamayacağı şeyleri yaptın. Bu kadar şeyden sonra iki insanın birlikte daha mutlu olabileceğini sanmıyorum. Ben artık savaşamayacağım. Biliyorum, senin hayatını mahvediyorum, bensiz daha mutlu olacaksın. Görüyorsun bu mektubu bile doğru düzgün yazamıyorum. Okuyamıyorum. Hayatımdaki bütün mutluluğu sana borçlu olduğumu söylemek isterim. Bana karşı inanılmaz sabırlısın ve iyisin. Şunu söylemek istiyorum -aslında bunu herkes biliyor- eğer biri beni bu durumdan kurtarabilecek olsa bu sen olurdun. Her şey beni terkedip gitti ama senin iyiliğin hep benimle kaldı. Artık senin hayatını mahvetmeyeceğim. Kimse bizim seninle mutlu olduğumuz kadar mutlu olamazdı.

20 Temmuz 2014 Pazar

Bugünlerde

Yolunda gitmeyen bir şeyler var............hissediyorum, isimlendiremiyorum !

17 Temmuz 2014 Perşembe

Efemine

Bu yaz tatilinde oğluma biraz olsun yemek yapmayı öğretsem mi acaba derken, dün kulak misafiri olduğum sohbet, bir kez daha düşün dedirtti bana :)  Nasıl mı ?

Açık havada bir kafede oturmuş arkadaşlarımı bekliyorum. Beraber yapabilecekleri bir iş için tanışmalarının iyi olacağını düşündüğüm arkadaşlar. Masalar birbirine çok yakın, hani neredeyse hep beraber sohbet edilecek gibi.  Karşı masada 3 genç kız oturuyor, yaşları 25-30 arası .

Kızlardan birisi ballandıra ballandıra hafta sonu evinde kaldığı erkek arkadaşının yaptığı yemekleri anlatıyor. Lezzetli ve farklı yemeklermiş, çok güzel servis etmiş. Kızımızın elinin sıcak sudan, soğuğa dokunmasına bile izin vermemiş. Bir süre "aman ne güzel" yorumları yapıldı. Derken masaya bir başka arkadaşları geldi, çok havalı ve ötekilerden  daha güzel ve kendine güvenli.

Diğerleri sohbeti ona özetledikten sonra lafını esirgemeden yorumunu yapıverdi :

"kızım şekilsiz, parasız, güvensiz adamlar yemek yaparlar, yakışıklı olsa ne yemek yapacak, bilir ki, kimi istese tavlayıp, elinde tutacak........Paralı  adam zaten uğraşmaz, alır seni yemeğe götürür. Neymiş öyle pasta, börek, salata yapmak :)  Senin ki zaten çapulcu, aklı fikri politika, felsefe, bırak yemek yapsın :)....................... Hem ne o öyle efemine tavırlar, yemeğimi kendim yaparım, o gitsin para kazansın !

Kalakaldım, gülsem dinlediğim belli olacak...........Eskiler erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer derdi, anlaşılan o ki, devir tersine dönmüş  !  Ancak sadece yemek yetmiyor !

Benim oğlan da yakışıklı, umarım ileride iyi bir işi olur....................


14 Temmuz 2014 Pazartesi

Amin

Sevgili Uçan Spagetti Canavarı,

Şu duamı kabul et lütfen;

Aklı başında hiç kimseyi selfie çektirecek kadar yalnız, yediği, yaptığı yemeği facebook'da yayınlayacak kadar görgüsüz, özel yaşantısının her anını ortaya dökecek kadar çaresiz, böylesi aşağılanmaya maruz kalacak kadar aciz bırakma !

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Kadın

Belirlenmiş görüşlere ve genel ahlaka aykırı bir düşünce içindeyim. Konu ise kadınların çok zor şartlar karşısında fuhuş yapması, erkeklerin ise içgüdüsel davranarak bu şartlardan faydalanması.

Savaşları erkekler çıkartır diyemiyeceğim, kadının eline böyle yönetsel güç geçtiğinde neler yapabileceğine yakın tarih henüz şahitlik etmedi. Güçlü ve savaştan kazanımlar edinen ülkelerin başında hep erkek yöneticiler var. ABD yi bir kadın yönetse ne olacağını kimse bilmiyor, ancak tahmin yürütebiliriz.

Ülkesinde ekonomik sıkıntı yaşayan, savaş nedeniyle kaçan, erkeklerin kimi zaman sözde himayesinden mahrum kalan kadınlar sığındıkları ülkelerde var olabilmek, yaşayabilmek adına fuhuşa yöneliyorlar. Başka çareleri var mı ? Meslek sahibi bile olsalar, Türkiye gibi zihinsel gelişimi ortalamanın altındaki ülkelerde nasıl ayakta kalacaklar ?  Fuhuş operasyonlarında basılan doktor, mühendis hayat kadını hikayelerini hepimiz duyduk, okuduk !

Şimdi de Suriyeliler sardı her yanı. Onlar da aynısını yapacaklar ve yapıyorlar . Beraberlerinde getirdikleri çocuklarını aç bırakamazlar...... Sanıyor musunuz ki, bu durumda memnunlar, Asla !

Uygarlık, teknoloji ne kadar ileri giderse gitsin, ademoğlu iç güdülerine yenik düşmeye mahkum !

Bu kadınlara kızamıyorum, acımıyorum da ! İşimize gelince evrim soyunu devam ettir diyor ise, bu kadınlar da soylarını devam ettiriyorlar. Acı olan ise, soysuzların yüzünden bu duruma düşmeleri.


9 Temmuz 2014 Çarşamba

Taşlarım

Yolculuğa çıkarken adettendir sorulur ;  " bir şey ister misin ?"

- Evet, taş getir bana
- Taş mı, ne taşı ?
- Evet, bildiğin taş, hani gezinirken aklına gelirsem, yakınında gördüğün bir taşı al ve bana getir.

Bu yanıtım ilk zamanlar dostlarımı şaşırtırdı. Artık alıştılar ve taş getiriyorlar :)

Neden mi taş istiyorum ? Seyahate çıkınca, hele ki başka bir ülkeye gidiyorsanız, hediye seçmek ve taşımak cidden külfet. Kişiye göre mi hediye alınmalı, ülkenin her hangi bir simgesi mi seçilmeli hala bilemem. Sadece çok sevdiklerime veya görünce "işte bu onu çok sever" diyebileceğim kişilere hediye alıyorum. Yoksa baştan savma, laf ola beri gele hediye almak anlamsız. Oysa minicik bir taş getirmek hem yük değil, hem de bana özel ! Evet diyorum, aklına gelmişim.

Bu taşlar ne olacak ? Umarım vasiyet edecek zamanım olur da mezarıma koyarlar ! Aslında yakılmak istiyorum fakat Türkiye'de imkansız. Bu dileğimin gerçekleşeceği bir yerde ölürsem taşlarım sokağa atılacak.............Kıyamam ben onlara.................

8 Temmuz 2014 Salı

Cahiliye

Ülkede aslen cehalete övgü var, farkında mısınız ? Dizilerde, reklamlarda, sağda solda hep bu tiplemeler kabul görüyor. Şiveli olacak, ahmaklıklar yapacak, kimi zaman bu ahmaklıklar asıl niyeti gizlemeye yarayacak..............ve bu tip tüm salaklığıyla sırıtacak !

Ossuracak, aksıracak, ağzında küfür eksik olmayacak.........kısaca izleyici rekoru kıran "İvedik" olacak...........bunu izlemeye gideceksiniz, alkışlayacaksınız, sonrasında çocuğunuzdan iyi bir okula gitmesini ve terbiyeli olmasını bekleyeceksiniz ! Neyin terbiyesi bu !

Tamam ergen tayfa bu tipleri merak eder, izler, büyüdüğünü kanıtlamak için küfür etmeyi sever. Aile görgüsü sağlam ise, ergenlikle beraber hevesi geçer............ Lakin bizde geçmiyor.......

Düşünmeyen insanın beyni basit olanı seviyor !

7 Temmuz 2014 Pazartesi

The Godfather

Birbirine girmiş hayatlar, birbirine güzellik, yaşanmışlık katan insanlar......hepsiyle örülü bir yaşam ve ben bunların arasında bir yerlerdeyim, gerçek mi, kurgu mu bilinmez !

Aklımda olan, yapabilir miyim diyerek merak ettiğim, nasıl olduysa başımı belaya sokmayan deli cesaretimle tanıştığım genç adam ! Durduk yere "seninle New York'a gidelim" dedi. Asla merak etmediğim bir ülkeydi oysa. Gülümseyerek , bu hayale "neden olmasın" dedim.

Şansımın cesaretimden fazla olduğu önceki yıllarda tanıştığım Amerikalı bir dostum ise sürekli NYC, DC resimleri gönderirdi, aklına geldiğimde nerede ise çeker yollar ve mutlaka buraya geleceksin derdi. Ona da "he" derdim :)  Merak etmediğim diyarlar, tutkum yok, hayallenmemişim.........

Ve bir sabah git vizeni al, Şubat'ta bekliyorum, sen sadece gel gerisini düşünme diyen bir ileti aldım. Hani inansam mı, inanmasam mı bilemiyorum.  Şansım Amerikalıyı, cesaretim genç adamı, genç adamın hayali ise beni ABD'ye yolladı.......

Öyle bir gidiş ki, elimde sadece pasaportum, yetecek kadar da cep harçlığım var :) Uçağım sabah altıda, iki saat önce hava limanında olmalıyım, iyi de o saatte nasıl giderim. Genç adam yetişti imdadıma, "bana gel, bırakırım seni" dedi....Eyvallah ! Gittim evine, ya uyanamazsam diye korkuyorum, o gitti yattı. Ve ben karşımda TV ve bilgisayar oyalanıyorum. Etrafımda ise insan olmaktan sıkılıp, kedi olarak yeniden bedenleşmiş kedisi  Tarçın dolanıp duruyor. Çok keyifli bir geceydi :) İçim dalıyor, kedi karşımda.......uyuma sakın der gibi. TV izlemekten sıkılınca youtube dan müzik dinleyeyim dedim ve nereden aklıma geldiyse The Godfather müziklerini seçtim. Vakit gelince onu uyandırdım ve çıktık.

Öyle bir bilinmeze gidiş ki, elimde elektronik biletim bile yok :))  Sadece Frankfurt aktarmalı gideceğimi biliyorum. Check-in için pasaportumu tedirginliğimi belli etmeden uzattım. Korktuğum başıma gelmedi, biletim hazırmış ve üstelik "business class" uçuyorum. Kaderimin bana bir oyunu mu bu :))  Keşke hep böyle oynasa, tüm şutlar gol olur :)

Her neyse gittim, çok güzel geçti. Dönmeden iki gün önce 14 Şubat.......pek haz etmediğim tüketim çılgınlığı günü......serkeş ruhum, serseriliğin zirvesini yüzümdeki gülümsemeyle kutluyor. O geniş caddeler, sevgililer, içimi ısıtan güneş bile adeta benim. Birden harika bir melodi duyuyorum, sese doğru gidiyorum, tüm cadde çınlıyor, havada uçuşan balonlar ve işte yola çıkmadan önceki gece, kediyle beraber dinlediğimiz müzik...............Mutluluk bu işte.....

.https://www.youtube.com/watch?v=HWqKPWO5T4o




4 Temmuz 2014 Cuma

Sabah kedisi

Prenses ! Anneannem beyaz kedisine bu ismi vermişti. Hakikaten öyle bir duruşu vardı, biraz ürkek bakan, çok sokulmayan, kısacası arsızlık yapmayan ve laftan anlayan bir kediydi. Köpekleri bazen sahiplerine benzetirler, belki kediler de öyledir, çünkü Mehlika Sultan da prenses edalı bir kadındı. Çok konuşmaz, genellikle dinler ve söylenmesi gerekeni en sonda söyler, geri kalanlar susardı.

Babaannemin de şu an ismini hatırlayamadığım bir kedisi vardı. Prenses bembeyaz iken bunun beyaz tüylerinin üzerinde siyah lekeleri onu sıradan gösterirdi ve biraz daha oyuncuydu. İnsana daha yakın sırnaşık kedilerden.

Kalabalık evin sultanının prenses kedisine hizmet eden çok, o mağrur olmasın da kim olsun. Öteki ise Meryem Hanımla beraber, akşamları eve gelen Şükrü Bey'i bekliyor. Daha kapı çalmadan, koşarak önünde kulak kabartıyor ve babaannem "kim geliyor acaba" diye merak ederken, zilin sesi duyuluyor, gelen ise onu yalnızlığında merak eden komşulardan biri. Bu durumuna yakıştırması bile vardı  "beş çocuğun anasıyım, kedinin arkadaşıyım" derdi.

Benimse bir kedim bile yok ! Sevmediğimden değil, özgürlüğünü kısıtlamış  olacağım, bencillik yapmak gibi geliyor. Onları sokakta seviyorum. Yanımda kedi mamaları taşımasam da, kahvaltı ve yemek sonrası artanları çantama koyup, köşe başlarına bırakıyorum. Hayvan sevgimi, kendi duygularımla özdeşleştiriyorum, nasıl ki beni bir yere zorla soksalar, veya istemediğim bir şeyi yaptırmaya kalksalar, isyan edip, hemen kaçıvermek istiyorsam, onlar da öyle geliyor bana.

Özgürce gezinsinler, birilerinin yamacına kıvrılıp oturduklarında, başları okşansın, o insanın kokusunu tanısınlar, kendini sevdirmeye çalışsın.......yanılıp, tekme atacak korkağın birine yaklaştıklarında, o tekmeyi yedikten sonra şöyle gözlerini dikip " s.....t...r  ol len, seni adam bilip, yanına gelende suç " demeyi de öğrensinler. Ama ne olur kimse canlarını yakmasın ! Hele ki, trafoya sokup, politikaya alet etmesin :)


2 Temmuz 2014 Çarşamba

Çiçek



Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım 
Bilmiyorsunuz
Darmadağın gövdemi 
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum”  

Didem Madak

Bugün bunu çok beğendim, köşe yazısından alıntı. Köşe yazarı da çok hoş bir yanıtla şiiri daha anlamlandırmış.

darmadağın olmuş gövdelerimizle birbirimize sarılıp çiçekli şiirler yazmalıyız ki, hüzünle açmasın güller, konuşa da bilsinler…

http://birgun.net/yazi-goster/bulent-usta/2-7-2014/illegal-yagmurlar-3054.html

30 Haziran 2014 Pazartesi

Domatesin çekirdeği

Kesilen domatesin, patlıcanın, ağacın, karpuzun ve bir dolu nesnenin içinden Allah yazısı çıktığını gazetelerden mutlaka okumuşsunuzdur. Eski yazı bilmediğimden olsa gerek benim kestiklerimde hiç bir şey çıkmıyor :)  Son dönemde ise Ömer Çelakıl bu görevi zerzevata bırakmayarak kendi üzerine aldı. Kuran ayetlerindeki, surelerdeki rakamları matematiğin tüm işlemlerini kullanarak adeta  inanmamızı sağlayacak mucizeler buluveriyor !  Biraz daha zorlasa hepimizin boyunu, kilosunu  hatta vücut kütle endeksimizi bile söyleyecek.

Arkadaşım inanıyorsan inan, sağa sola bakıp bir şeyler bulmana hiç gerek yok. Allah'a inanıyorum dediğinde müslüman bir ülkede kim sana ne diyebilir ?

Şimdilerde ise aynı taktiği ateistler kullanmaya başladı, Tanrı'nın olmadığını kanıtlama uğraşısı içindeler, ellerine geleni kullanıyorlar. Dezavantajları ise zerzevatın yardımcılığından noksan olmaları. Düşünsenize karpuz kesmişsiniz ve çekirdeklerinde latin harfleriyle "there is no God" yazıyor :)  Zerzevat olmayınca geriye evrim kalıyor, bunu da anlatmak cidden zor :)  Milyonlarca yılda evrildiğimize kafamız yatmayınca "neden maymunlar hala ortada geziyor" deyiveriyoruz. Zekamız karşı tarafın zekasıyla sınırlı kalınca iş hepten zorlaşıyor.

Valla hiç uğraşmayın, yorum bile yapmayın, bırakın isteyen istediğine inansın veya inanmasın ! Aslen zayıf olan kendi inancınızı bu şekilde sağlamlaştıramazsınız !

27 Haziran 2014 Cuma

Acının Rengi



..ey acılara tat veren güzellik 

Yüreğimize hoşgeldin 
Geldin de 
Çiçekli dallara döndürdün öfkemizi 
Artık ister dolu yağsın ömrümüze 
İsterse kar 
Biz ki bildikten sonra sevmeyi 
Bütün sabahlar 
Acı renginde olsa ne çıkar


Adnan Yücel 

Sevmeyi bilmediğimi sanırdım, öğrenmişim, bu gece anladım ve anladığımı farkettiğimde bu şiir hafıza çekmecelerimden fırlayıp, dilime vurdu :)  

25 Haziran 2014 Çarşamba

Çocuk Odası

Günlük sohbetler esnasında geçen bir diyalogdan

- bizim zamanımızda çocuk odası yoktu
- yok canım o kadar da değil, benim vardı
- Ciddi misin ?
- Evet, üstelik pembe, erkek kardeşim doğunca, ona mavi, bana da pembe bir takım yaptırıldı,          üstelik komodinleri, makyaj masası bile vardı.
- Benim ailemin durumu iyi değildi, 90 m2 de altı kardeştik, ranzalarda yatardık (bunu söylerken adeta bir gurur vardı, bak nereden nereye geldim der gibi ) Peki o pembe yatak odan da mutlu muydun ?
- Evet çocukluğum çok mutlu geçti, ayrıca başka çocukların odası olup olmadığını düşünecek yaşta değildim, fakat odamın olması da beni diğerlerinden farklı kılmıyordu. Kusura bakma empati yapmak adına "iyi koşullarda yetiştim, fakat mutlu değildim" diyemeyeceğim.

Aniden gelişen bu diyalog önemliydi :

1. Fakirdik ama mutluyduk edebiyatını sevmiyorum, mutluluk illa para ile ölçülmemeli, iyi koşullarda yetişenler de kendi ölçütlerinde mutlu olabiliyorlar, illa servet düşmanlığı yapmak saçma.

2. Alçak gönüllü olmak öğretisi ile büyütülmeme rağmen bir süre sonra bunun çok da gerçekçi olmadığını anlamam. Hiç sıkıntı çekmedim değil, çok da varlıklı olmadım. Lakin yerine göre sahip olduklarımı başkalarının gözüne sokmaktan ve bunlarla var olup, kendimi özdeşleştirmekten sakındım.

Geldiğim nokta ise  ; karşımdaki kendini ezilmiş, hırpalanmış ve değersiz hissediyor ise buna benim yapabileceğim bir şey yok, aksine bu alçak gönüllü yaklaşım onları daha da rahatsız ediyor. Bu duygular tamamen ona ait. Ve dikkat edin hep yardım ettiklerimizden ve özünde değersizlik duygusu yaşayan birine değer verdiğimizde kazık yiyoruz :))

Artık değiştim, varlık içinde yaşayıp, aklım sıra alçak gönüllülük yapıp, bu yanımla övünerek de bir anlamda üstünlük  duygusu yaşamak yerine, göstermekten çekinmiyorum. Gelir dağılımı anlamında hiç bir ekonomik sistemin eşitlik sağlamayacağı aşikar.



24 Haziran 2014 Salı

Kış Uykusu

Dizlerim, dirseklerimdeki yaralara, bileğimdeki ağrılara aldırış etmeden sinemaya gittim bugün. Ne derece sağlıklı bir durum olduğunu bilemesem de, kendime meydan okumayı, sınırlarımı zorlamayı seviyorum.

İlk kez bir filmi konusunu bilmeden, eleştirileri okumadan izledim, bunu başkası yapsa salaklık derdim kesinlikle :) Ödül almış olması da etkilemedi, merak ettim ve gittim.

Giderken yönetmeni, oyuncular ve 3 saat sürdüğünün biliyordum, bu da bir meydan okuma aslında, acaba o kadar saat oturmaya dayanabilecek miydim. Dayandım ve hiç anlamadım geçen zamanı.

İzlerken, savunduğum bazı fikirlerin filmin mesajında olması gururumu okşadı. İlki, "İnsan en kolay kendini kandırır" diğeri ise  "kim, neyi eksik ise sürekli ona vurgu yapar, dilinden eksik etmez". Sürekli dürüstlükten dem vuranlar aslında dürüst değildir der dururum.

Öte yandan kendime eleştirilerimi de bir kez daha gördüm, ne kadar konuşursam konuşayım gizlemeye çalıştığım korkak yanım orada duruyor. Plansız yaşam maceralı yaşam der ve mümkün olduğunca böyle yaşarım, yeni günün getireceği maceraları karşılamak yaşamı daha eğlenceli kılıyor. Acaba gerçekten böyle mi ? Yoksa yaptığım planların gerçekleşmemesi durumunda yaşayacağım hayal kırıklıklarından mı kaçıyorum ? Sanırım her ikisi de :)

Evet filmde yüzleşmeler, eleştiriler oldukça yoğun ve bunlar günlük yaşamda hep var. İçimizden insanlar ve keşke hepimiz bir diğerini bu şekilde eleştirecek ve bu eleştirileri karşılayabilecek güce sahip olsak.

Sanırım iyi bir izleyiciyim ki, filmdeki bir çok simgeyi ve sonrasında ne olacağını anlamakta yanılmadım. Sadece Nejat İşler'in canlandırdığı karakter, parayı ateşe atmasaydı ve şaşırsaydım. O parayı ateşe atmasaydı oğlunun gözündeki değerini ise belki asla kazanamayacaktı.

Çok beğendiğim bir nokta ise karşımızdaki veya yaşamımızdaki insanları tanrılaştırmaya dairdi ! Evet bunu yapıyoruz, tanrılaştırmak olmasa da kusursuzlaştırıp, hayran kalabiliyoruz. Her iki taraf için de hastalıklı bir yaklaşım........gereksiz yük yüklemek. Dedim ya kendimle de yüzleştim ve anladım ki, beklentilerini karşılayamayacağım noktaya gelmemek adına,  olduğumdan fazla anlam yükleyen kişi  ve ilişkiden  kaçmışım !

İzlenesi bir film, ödül kazandığı için değil, emek verildiği için geçireceğiniz 3 saate değer , beğendiğim alıntılardan birini de yazmasam olmaz .......

Vicdan, korkakların kullandığı bir sözcüktür. Aslında güçlüleri korkutmak için icat edilmiştir.
W. Shakespeare 

Şimdi filmle ilgili otoritelerin eleştirilerini okuyabilirim :) 

23 Haziran 2014 Pazartesi

Düş

Elimde telefon, bir yandan konuşuyor, bir yandan yürüyorum...........ayağım burkuldu ve düştüm, düşmek değil, uçtum adeta ! Vekonduğum yerde oturuken telefonu kapatmak bile yok, sakin sakin dinledim, görüşürüz diyerek kapattım. Yardıma koşanlar bile şaştı kaldı..........ne köpek canlıyım.

Dizlerim, dirseklerim sarılı, ayağımda buz torbası, hala oturmuş bir yandan yemek bir yandan akşam üzeri için organizasyon yapıyorum. Canım yandı mı ? Evet, hayat akıyor mu ? Evet !  Yakalayıp yetişmem lazım, sızlanmanın alemi yok :)

Düştüysek kalkarız nasıl olsa !

21 Haziran 2014 Cumartesi

Seviyorum

3 günlük kaçamak arkasına eklenen compact Istanbul programı........sonunda yoruldum :)

Eve gel, valizi bırak, Pendik, yağmur, tekne, macera.......Büyükada'ya varış. Takım olduğumuz belli olsun diye bulunup giyilen rüzgarlıklar ve mutlu son !

Dostlar, sürpriz, tanışmalar, rakı, balık.....................dondurma, bira, bar.............söylenen şarkılar, kediler, köpekler ve atlar.

Huysuz Yaşar'ın ısrarı, tekneye dönüş..................uyku...........Güneşe uyanmak, leziz kahvaltı, Sedef Adası, mutluluk..............

Bir yanın cennet, karşıda koskoca şehir...................deniz, yüzme, kahkaha............

Bu kadar yeter, uykusuzum, yarın size katılamayacağım...........bensiz sönük geçecek biliyorum :))

16 Haziran 2014 Pazartesi

Eyvallah

İnandığım ve savunduğum yaşam söylemlerimden biri  "yakına uzak, uzağa yakın olmaktır". Sadece mesafe olarak değildir  uzaklık ve yakınlık.

Uzağa yakın olmaya çalışırken onu anlamak maksadıyla yaklaşmayı, ön yargılarımdan arınmayı seçer, yakınımdakine uzak olurken ise olaya veya kişiye objektif bakabilmektir.

Bazı şeyleri bilir, uygulayamayız, bu da öyle işte :)

Bir dönem, sevdiğimi ve önemsediğimi sandığım birisine ancak uzaktan bakabiliyorum. Yakınımda sanırken fark edemediğim, belki de görmezden geldiğim bazı huylarını, düşüncelerini, yaptıklarını, uzaktan izlemeye koyulunca...............cidden salakmış diyorum :)  O kişiye atfettiğiniz anlamı, duyguları bir kenara koyabilmek bir hayli zor, çaba gerektiriyor çünkü kendimizi haklı çıkaracak, inancımızı, sevgimizi ayakta tutacak nedenler bulabiliyoruz.

Birden bire sıfır noktasına gelip, manzaraya uzaktan bakıverince akıl başa geliyor :)  Geriye ne üzüntü, ne özlem, ne de özen gösterilen anıların tazeliği kalıyor..........gülümseyip hadi yoluna eyvallah diyorsun !


13 Haziran 2014 Cuma

Gün güzel

Çok güzel bir gün geçirdim, hatta sevincimden ağladım bile !  Böylesine mutlu olduysam ben de birilerini mutlu etmeliyimdim ve kullanmadığım bir tablet bilgisayarı tanıdık birinin çocuğuna verdim...........gözleri parladı ! Kolay mı 5. sınıfa geçmiş, üstelik teşekkür ve onur belgesi almış.

Çok bilmişim ya, karne hediyesi olmadığını; "Murat,  bu öylesine bir hediye, karnenin ve derslerinin iyi olması senin sorumluluğun ve senin için önemli, senden başkasını beklemezdim, üstelik bu bilgisayarı para veren herkes alabilir, fakat teşekkür ve onur belgesi, para ile satılmıyor" dedim.

Birden bire karne çok değerli oldu gözünde :)  çocukları sevindirmek  güzel.

Eve dönerken başka bir güzellik yaşadım. Kırmızıda  bekliyorum, yolun karşısında mendil satan bir adam, belli şarapçı :)  Gülümseyiverdim adama, o da bana eliyle OK işareti yaptı ve yanıma geldi. Camı açtım, 3-5 bozukluk çıkardım, mendili verdi, parayı almadı ve "Senin sağlığın yeter" diyerek gitti :))  Duymasa da senin de diyebildim !

12 Haziran 2014 Perşembe

Başbakanım

Sokaktaki insanım. Okuduklarımı, öğrendiklerimi, değerlerimi, yargılarımı bir kenara bırakıp sadece gözlemlemeye çalışıyor, bir kenara bıraktıklarımın ışığında  en azından fiziksel  olarak var olan beynime spor yaptırıyorum.

Bu sabahki sporum başbakanın neden bu kadar çok sevildiği üzerine; dedim ya sadece gözlem, ilim aramayın, sokaktayım.

Bizim insanımız  - mış gibi yaşar, hep bir başkasının onayını bekler, el alem  pusudadır, hatamıza, mutluluğumuz, sevincimize, sevdamıza diyecek sözü hep vardır. İtaat etmeyi severiz, mevcut olanlar yerine kendi getirdiğimiz ve işimize geldiği gibi dayanak noktası bulduklarımıza. İşte bu dayanak noktasını bulmak için öylesine çabalarız ki, Türk milleti zekidir gibi bir inanç geliştirmişizdir.

İyi görünmek adına öfkemizi bastırır, olur olmadık yerde hır çıkarırız, dikkat edin hır çıkarılan yerde gösterilen gücü alkışlayacak birileri mutlaka olmalıdır.

Birey olarak bastırdıklarımızı Başbakanımız çok güzel ifade ediyor. Kızdığı anda kimseye eyvallahı yok, yani aydın kesimin beklediği ve yıllardır alışageldiğimiz politik dili halka hitabet ediyor ise kullanmıyor."Kızdım, öfkeliyim, siz kim oluyorsunuz" diyor..........işte bu sokaktakinin yıllardır yapamadığı !  Sevdiği ve gönül almak istediğinde okuyor şiirini, döküyor gözünün yaşını........... oysa Türk erkeği duygusunu bastırmak zorundadır, ağlayamaz ! O ise ağlayabiliyor.............

Şiir okuyamayan halkım, şiirleri çok sever aslen ! Sosyal medyadaki paylaşımlara bakıverin...........her yerde yazarı bile belli olmayan dizeler uçuşuyor, kendi sözlerimizle ifade edemediklerimizi, başkalarında buluyoruz. Başbakan ise, makamına, mevkiine bakmadan duruma uygun şiiri hemencecik okuyuveriyor. Ah bir de eşine aşk şiiri okusa, siz görün oy patlamasını :)

En büyük hayran kitlesi  kadınlar. Fizik olarak ortalama Türk erkeğinden  bir tık daha iyi, uzun boylu, giydiği yakışıyor, ailesine düşkün ! Ve duygularını böylesine rahatça dile getirebildiği için biraz da maço  ! Yumruğu masaya vurup, gücünü gösterebiliyor. Kadın kısmı maço adam sever :) Gücü hissetmek ister. Dizilerinde aşkın bol, evlerin saray, arabaların mercedes  olduğu bir ülkenin ortalama kadınları kimi sevsin ?  İki yüzlülük yapmadan düşünün, kaçımıza erkeği veya kadını beyni, düşünce şekli için sevmemiz gerekebileceği öğretildi ? Erkeğin işi ve paralısı, kadının güzel ve beceriklisi makbul oldu :)

Hal böyle olunca - mış gibi davranmaya alışkın halkım, bunu yapmayan Başbakanı tabiki sevecek, üstelik dindar !  Çünkü bu ülkede din konusunda herkesin söyleyecek bir şeyi mutlaka vardır, kimse ben bilmiyorum demez..............burada bile mış gibi yaparız !

11 Haziran 2014 Çarşamba

Babam

İnsanın babası olması nasıl bir şey diye sorardı.................Çok güzel derdim !

Üç yaşında babasını kaybeden biri nasıl bilebilirdi bu duyguyu ? Bilemediği babalığı bize çok güzel yaşattı. Geriye güzel anılar bıraktı, bir evlat olarak bilmeden mutlaka üzmüşümdür, bunu bile hissettirmedi ! Yıllarca ona olan tek kırgınlığımı ölmeden bir ay önce dile getirebildiğimde " Suratıma bakarak ilk defa "üzme beni" dedi. Yıllarca bastırmışlığın öfkesiyle "üzülebilirsin baba" dedim, öyle bir patlama an'ıydı ki, "bak hep sustum, artık susmak yok, biraz da sen üzül ve bunu bilmen gerekiyordu" diyebildim.  Sonrasında pişman olmadım, sanki bir tür hesaplaşmaydı. Çünkü çocukluğumdan beri onun üzülmesini hiç istemedim.  Kız çocukları için babaları adeta bir kahramandır. O ise benim içimin nuruydu ! 

Kendimi bildim bileli hızlı adımlarına yetişmeye çalıştığım, konuşkan gözleriyle anlattıklarını dinlediğim, hala okumaya doyamadığım güzel mektuplarımdı.

Aynı anda 2-3 kitap okur, içince keyiflenir, kızınca küfreder, çocukları sever, fazla da konuşmazdı. Mutfağa girdiğinde patlıcan salatasının en lezizi elinden çıkardı.  Çocukları ve Kambertay'ı yanında ise mutluluk ışığı ela gözlerinden taşardı. 

Ne mutlu bana ki, babamla anılarım var, hani yeni bebek doğunca "allah analı babalı büyütsün" derler ya, işte öyle büyüdüm, üstelik karısını ve çocuklarını çok seven bir babayla.

Yakında bir yıl olacak ve ben onun bakışını, sesini, kokusunu özlüyorum..................



Bana göre fakülteyi değil hayatı birincilikle bitirdi..................


9 Haziran 2014 Pazartesi

Gülümse

Güneş yine göründü, gün güzel, ben güzel.............ruhumda huzur.........her gelen güne heyecanla başlamanın değerini çok yıllar öncesinde öğreten Usta'ya selam :) Sevgili Ustam, öğüdünü, öğretini unuttuğum anlar olmuyor değil.......... sana çok şey borçluyum !

 Çocuk kadınsın derdin :)  yaş alsam da senin nazarındaki  toyluğuma ver !

6 Haziran 2014 Cuma

Racona ters

O olmaz, o bunu yapmaz, aaa nasıl oldu da başıma geldi gibi tepkileri bırakalı çok oldu. Her an, her şey olabiliyor ve hepimizde beklenmeyeni ki, bu iyi veya kötü bir eylem olabilir yapma potansiyeli mevcut. Lakin adabına uygun olmalı.

Arkadaşımı beklediğim mekanda oturacak masa bulamayan birini masama davet ettim. Birazdan kalkacağım, isterseniz oturun. Oturdu. Sıkıntılı bir hali var ve gazetedeki bir haber üzerine sohbet başladı. Kafası türbanlı, eli ekranlı, ufak tefek, gençten ve güzelce bir kadın.Hikayesine gelince:

23 yaşında, 2 yıllık evli, ilkokul mezunu, aşık olmuş ve kaçarak evlenmiş. Kocası işçi, kayın valide ile altlı üstlü oturuyorlar. Evlenince çalışmayı bırakmış. 9 aylık bir oğlu var. Buraya kadar normal, racona uymayan ise şu an yaşadıkları.........

Efendim bu kızımız, facebook'da okey oynarken bir öğretmenle tanışıyor, bir süre sonra arkadaşlık boyutu değişiyor ve aşık oluyorlar...... Derdi ise kocasından boşanıp bu beyle evlenmek, fakat beyimiz çocuğu istemiyor, babasına bırak, nasıl olsa kayın validen bakar..............

"kızım bu adamla görüşüyormusun, beraber oldunuz mu ?" Nedir seni bu denli aşık eden ?"

Bir kaç kez buluşup, yemek yemiş, çay içmişler, beraber olmadık dedi, artık ne derece doğru bilemem. sorarsan çok aşık..........

Bendeki racona ters gelen ve sinirlendiren ise şu : A be kızım hangi ara sıkıldın 2 yıllık kocadan, farz edelim cinsel hayatın kötü, adam seni mutlu etmiyor, neden çocuk yaptın. Hadi yaptın bari biraz büyüseydi velet.......... Ben de anneyim, oğlum 9 aylık iken gözüm ondan başkasını görmezdi, ne zaman yürüdü, dişi çıktı, kaç kelime söyledi.........ne yedi, ne içtiyi gözlemleyip, bunun mutluluğunu eşimle paylaşmaktan başka şeylere aklım ermezdi. O zamanlar facebook yoktu, lakin spastik oyunu okey yıllardır var, gider bir yerde oynardım.

Tamam, isteyen istediğini aldatsın da, buna kılıf uydurmayın. Ortada bir bebek varken kendinize sahip olsanız ne çıkar, daha evliliğin yıpranmamış bile.  Diğer yandan aşık oldum dediğin adam öğretmen, senin gibi ilk okul mezunu biriyle ileride ne paylaşabilir ?  Akıl vermek haddime değil. Birazcık yaşamışlığım var ise," Öğretmen amcam bir süre sonra okeyde daha akıllısını bulunca kaçar gider". Veya hasbam bu veledi kocaya bırakıp, öğretmenden de bir tane yapıp, okey oynarken başkasına aşık olabilir..........İnşallah namus cinayetine kurban gidip 3. sayfaya haber olmaz  !!!

İlişkiler bu kadar kolay bulunup, kolay harcanmamalı.........potansiyel uğruna mevcut olana emek verebilsek............Aşk, sevgi, cinsellik öylesine ayağa düştü ki, herkes aşık !

5 Haziran 2014 Perşembe

Küçücük bir valiz işte !

Küçük kahverengi deri  bir valiz. Çok eskilerden. Annem o valize bebeklik giysilerimi koyardı. İlk çocuğu olduğum için çok özenmiş, her şeyi elleriyle hazırlamış. Zıbınlar, eldivenler, belki sadece bir kaç kez kullandığı kundaklar, önlükler...........Annem iyi dikiş diker, bebeklik giysilerimin çoğunu da kendisi dikmiş. İşte bu valiz 5-6 yaşlarımdan itibaren benim için büyülü bir şeydi. Ne zaman fırsat bulsam, açıp giysilerime bakardım. Kendine has kokusu, içinin pembe saten astarı, gizli cepleri oyalardı beni ve giysilere baktıkça büyüdüğümü görüp sevinirdim. Bazen kendimi anne olarak hayal eder ve onları bir bebeğe giydirirdim. Dağıtıyorum diye annem pek hoşlanmazdı bu durumdan.

Sonra kayboldu, muhtemelen taşınırken zarar gördü ve atıldı. Sonraları başka bir valizim daha oldu, yine kahverengi. Yatılı okurken binlerce kez eşyalarımı içine yerleştirdiğim, yol arkadaşım sert  valiz. Öteki belki deri olduğundan, belki sadece bebek giysilerini sakladığından yumuşaktı. Sert olanı  hala saklıyorum  :)  Kilidi bile bozulmadı.......

Dün gece rüyamda bebek valizimi gördüm. Bir arkadaşımın evindeki dolabın sol üst köşesindeydi ve arkadaşım onda kalan bir kaç parça eşyamı bu valize tıkmaya çalışıyordu. Sabah uyandığımda çocukluğum geldi aklıma............sonrasında tıkılmaya çalışılan eşyalarım, en iyisi  isteyeyim yollasın...................bilinçaltım onları unutmamış ki, bebek valizime koyup bana verdi........İstesem ayıp olmaz sanırım.

3 Haziran 2014 Salı

Duvar

Gün ortası, kahve ve ben......işte güzel anlardan birisi, yetişmem gereken randevuyu düşünmek istemiyorum, geç kalsam, erken gitsem sonuç değişmeyecek, en iyisi kahvenin tadını çıkarmak.

Hani o kitaplara, sohbetlere konu olan "anı yaşamak". Bunu herkes kolaylıkla söylüyor, tavsiye ediyor. Neredeyse her kişisel gelişim kitabının bir yerlerinde geçiyor ve hepimiz kendi anımızı yaşamanın ne olduğu ile uğraşıyoruz, adeta moda oldu. Gerçekten öğrenilesi bir olgu mu ?  Değil !

Anı yaşamayı bilmek için yaşamın bir yerlerde elinizden gideceğini bilmemiz gerekiyor, bilmek yetmiyor, yaşamak lazım. Mayam sağlam,  yapıldığım malzeme sağlam değil, suya, ısıya, darbelere direnci zayıf............ve işte bu zayıflığı yaşayıp, fark ettiğinde AN'ın ne olduğunu anlayabiliyorsun.. ........ve artık her an çok değerli olabiliyor. Her zerrenle odaklanıyorsun yaşadıklarına, iliklerine kadar işliyor hissettiklerin çünkü tekrarı olmadığını öğrendin.......... Yoksa öyle anı yaşa demekle yaşanmıyor :)

Demincek o anlardan birine gittim.

Onunla defalarca evde  film izlemiştik, oysa hep sinemaya gitmeyi istemiştim ve gittik. Çok öncesinde bir sohbette beni derinden etkileyen bir türküden bahsetmiştim. Filmin bir sahnesinde o türkü çaldı.........birden bire elimi öyle sıkı  kavradı ki, kemikleri kırılacak sandım..........

Hem türkümü unutmamış, hem de yüreğiyle verdiği gücü elleriyle de hissettirmişti ! İşte o AN'da ne öncesi, ne sonrası..............