29 Kasım 2013 Cuma

Güneş

Merhaba,


Güneşli bir güne uyanış güzel,  uyanışların hepsi güzel, hepsinde umut var ve olmalı da. Hele ki, kış güneşi, seni kendine getiren soğuğun, karın, kışın arasında parlayan ışık ve  sıcaklıktan daha fazlası. Adeta yaşamı hissetmek gibi........yaşıyorum demek gibi..........

Her soğuk günde ilk güneşi gördüğümde yıllar önce bir kaza nedeni ile yaşamdan alı konuşum gelir aklıma. Sonumun ne olacağını doktorlar dahil kimsenin bilemediği, kestiremediği ve ısrarla eskisi gibi olmayacaksın dedikleri günler..........söylemesi kolay eskiyi unut diyorlar, unut.............yeni sana hazır ol ve bu yeni seni, senin bile kabul edip edemeyeceğin meçhul...........hoş istersen etme :)

Ve bu düşünceyi kafamda kabul etmeye uğraştığım bir günde, "yeter artık diyorum, beni güneşe çıkarın, dışarıda olmaya ihtiyacım var".............anlamsız teselli sözlerinize içimde küfürlerle karşılık veriyorum, ne hissettiğimi nereden bileceksiniz diyorum, kendinizi ne sanıyorsunuz  diye bağrınmak isterken, bağrınamıyorum..................üzüntümü, belirsizliği içime akıtıyorum. Daha fazla kendime işkence edemem, beni dışarı çıkarın !

Ve bu isyanım güneşli bir kış günü bitiyor, beni giyindiriyorlar, kimseyi beklemeden  koşarak dışarı çıkıyorum, kafamı kaldırıp güneşe baktığımda yıllar önce sadece bir kaç okuduğum ve aslında çok da anlam veremediğim bir şiir o anda beynimde çınlıyor ve ezbere okuyorum, farkında olmaksızın her dizesini yaparak ve işte o anda çok şükür yaşıyorum diyebiliyorum...............   


Bugün Pazar

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...

Nazım Hikmet Ran 

Güneşe çıkmanın anlamı ancak bu kadar güzel anlatılabilir ve güneş ancak bu kadar umut olabilir !  Bu anımı anlattığım biri, yıllar sonra çıkıp bana bu hediyeyi veriyor :) 

Nazım Hikmet'in mezarını ziyaret ettiğinde şiirimi oraya bırakıyor. Mutlu oluyorum, yanılsak da, yıkılsak da, işte hayatın böyle güzellikleri de var.................Görünürde azalıp özde çoğalmak adına HİÇ olmak gibi.........





28 Kasım 2013 Perşembe



Sonunda ben de başladım, kimlerin veya kaç kişinin okuduğu önemli değil, yazmak istedim ve en sevdiğim yazılardan birini seçtim..........Asla çok hassas olamadığımdan, olmaya çalışmadığım ve mümkün olduğunca kendim olmak için uğraş verdiğimden olsa gerek.  

Çok akıllı veya çok bilgili olmak gibi bir iddiam  yok, her şey hakkında yazmak istiyorum, hatta okuyan olursa onlardan da bekliyorum, bu iş baya iyiymiş, birden bire geniş okuyucu kitlem var gibi geldi ve saçmaladım. Altı üstü günlük tutmak gibi bir şey, şimdi karnım acıktı, sonra devam edeceğim, keşke her gün yazabilsem.
ÇOK HASSAS BİRİLERİ    

Bazı çok hassas insanlar bana vampirleri hatırlatırlar:
Biz kaba saba köylülerin
ne kadar kanlarını içseler, daha
o kadarını emmek isterler.
Onlar öylesine hassas, öylesine kırılgan,
öylesine özeldirler ki...

Önce sizi eğitirler: Bir laboratuvar faresi gibi. Tavlamayı, baştan çıkarmayı, elde etmeyi harikulade iyi bilirler. Zaten onların hayatta işi, budur. Sonra, yani sizi ilişkinin kafesine tıktıkları andan itibaren, bu olağanüstü hassas ruhların esirisinizdir: Laboratuvar faresisinizdir. Sizi nevrotik bir fare yapmak üzre, duygu elektroşokları yollayacaklardır. Aynen deneysel psikoloji laboratuvarlarında yapıldığı üzre. 

Esir fare kapatıldığı 'ilişki kutusunda' sağa adım atsa, şok yiyecektir. Sola adım atsa, şok yiyecektir. Yemek kutusuna doğru yollansa, şok yiyecektir. Yollanmasa, şok yiyecektir. Fare, ne zaman şok yiyip ne zaman yemeyeceğini asla anlayamaz. Zira nedensizce ve kuralsızca şoklar yiyerek iyice sersemletilecek; tarumar edilecek, sonunda da bombok bir nevrotik fare haline gelecektir. 

Olağanüstü hassas kırılgan ruhlar da, size aynen bunu yaparlar. Sizi tıktıkları ilişki kutusunda, "A, kalbimi kırdın", der bir şok yollarlar. "Çok üzgünüm!" der şoku dayarlar. "Yine anlamadın beni", der şoklarla kutunuzda, bunaltırlar. Siz, giderek tuhaflaşırsınız. Kendinizi porselen dükkânında bir fil, bu aşırı hassas ruhların gül bahçesinde bir öküz, sırtındaki yumurta küfesiyle Eminönü-Tahtakale arasında ilerleyen bir hamal gibi hissedersiniz. Her halükârda
kaba saba, odun gibi filan, hissetmenizi 
kendinizi, karşınızdaki aşırı kırılgan ruh, mutlaka temin edecektir. 

Bu ruh kafeslenmesi esnasında siz habire, 'düzelmeye', 'incelmeye', 'anlamaya', 'doğru olanı yapmaya' çalışır, çalışırsınız. Hatta inceldiğiniz yerlerden koparak; muhtelif parçalara ayrılırsınız. İşin içine bir nebze olsun akıl mantık sokmaya çalışır, avucunuzu ve yaralarınızı yalarsınız. Zira aşırı hassas ruhlar, sizi tesadüfi şok dalgalarıyla madara etmektedirler. Onu yaptın da bu değil: hayır! siz hep böyle bir mantık silsilesi için çırpının durun, kırgınım! anlaşılamıyorum! ah ben ne yalnız ne inceyim! deyip deyip 'durduk yerde' sizi siz olduğunuz için cezalandıracaklardır. Zira ağzınızla kuş tutsanız, bu aşırı hassas ruhların aşırı hassasiyet seviyelerini, tutturamazsınız.
Bunlar, aşırı hassasiyetleri yüzünden üzüledursunlar, bir de bakarsınız ki, sizi canhıraş bir şekilde üzmekte; ruhunuzu cayır cayır yakmaktalar. Onlar ise aşırı hassasiyet salıncaklarının konforunda, aslında tatlı tatlı sallanmaktalar. 

Bir kere, hassasiyetleri öyle bir sabun köpüğü, öyle bir dokunduğunda dağılan balondur ki; bunlarla ne kadar çırpınsanız gerçek bir iletişim kuramazsınız. Ne kadar konuşsanız, sesinizi o kadar duyuramazsınız. Yavaş yavaş uyandığınız acı gerçek şudur: O kadar kendileriyle doludurlar ki, sizi görmemektedirler. Size bakmamaktadırlar. Kendileri o kadar mühimdirler ki, son kertede siz, umurlarında değilsinizdir. Onlar ve acıları. Onlar ve kırılganlıkları. Onlar ve sırları. Onlar ve kırık kalpleri. Onlar ve onlar. 

Siz, cam fanuslarının önünde tepinmektesinizdir. O cam kırılmaz, aşılmaz, içine nüfuz edilemez bir camdır. O cam, onların ne denli iyi korunup sizinse ne kadar ortalıkta olduğunuzun da, en hain kanıtıdır. Acılar içinde oldukları iddiasıyla sizi fena halde acıtmaktadırlar. Hiç anlaşılamadıklarını iddia ederken, sizi anlamak için serçe parmağı kadar gayret sarf etmediklerini, özenle gizlerler. Kırık kalpler kontenjanını tamamen doldurduklarından, sizin paramparça olmuşluğunuzu kaydedecek mecalleri, tabii ki yoktur. 

Gözyaşları, sizi silip süpürmek üzere hazır beklemektedir. İncelikleri, habire göğsünüzü delmeye hazır 
oklardan oluşur. En mühimi, sizi ciddi olarak, kendinizden soğuturlar. Bu hassas ve duygulu insanların, anlar gibi oldukları tek duygu kendi duygularıdır. Empati yetenekleri doğuştan felce uğramış gibidir. Ne kadar çırpınsanız, bu kafeste o kadar çaresiz kalırsınız. 'Karşılıklılık' nedir bilmedikleri için, sizi hakikaten perişan etmeye, muktedirlerdir. 

Uyanmanız gereken mesele, 'bu aşırı hassasiyetin' değeri kendinden menkul bir reklam kampanyası olabileceğidir. Karşısındakine bu denli kör ve aldırışsız hiçbir hassasiyet, gerçek olamaz. Bu olsa olsa, bir kendi kendiyle dolu olma hali, bir nevi narsisizm, bir sahte duygulanımlar oratoryosudur. Perde indiğinde, böylesine berbat bir temsilin sizi nasıl olup da bu denli üzebildiğini anlamanız, epey zamanınızı ve emeğinizi, alacaktır.

18 Kasım 1998
Perihan Mağden