11 Aralık 2015 Cuma

vian



kendini gereksiz yere, gereksiz zamanlarda, gereksiz insanlar için yoruyorsan; en gerekli zamanda, en değerlinin sadece kendin olduğunu, çok gereksiz bir acıyla anlarsın... " 

"ne kadar yürürsen yürü, arkanda bıraktığın yol kadar güçlü ve henüz yürümediğin yol kadar zayıfsın."

'aşk, bazen asla sahip olamayacağınız birini sevmektir'' ve ''kolay değildir; uğruna her şeyinizi verdiğiniz insana yabancı gibi bakmak''

"anı yoktur. anıların kendisinden kaynaklanan, bir baska kişilikle yasanmıs ,bir baska hayat vardır.
gercek zaman,eşit saatlere bölünmüş,mekanik bir yapı değildir.
tüm bunların sonunda burnumuza gelen şey,- katmerli papatyaların, ateşte yanan kalplerinin kokusu - olacaktır."

"kapalı gözlerle, sağır kulaklarla yaşanmadıkça, zamanın anlamı tersine çevrilemez."

istemem geberip gitmeyi
hayır bayım, hayır han’fendi
sınanmadan
beni sarsan zevklerle
en derin hazlarla.

istemem geberip gitmeyi
tatmadan
ölümün lezzetini

-neyin var ?
-hic.
-hic her zaman hictir.

ses in de dili olmaz!

Keşke Fransızca bilseydim !

3 Kasım 2015 Salı

Çözüm mutlaka var !

Madem beklemek zorundayım, bari biraz yazayım, sağımda solumdakilerle hiç konuşasım yok. Yerlisi, yabancısı seçim konuşacak nasıl olsa........konuş konuş, sıkıldım, hep şikayet, çözüm ise şu anki kırgınlık ve öfke ile fark edilemeyecek kadar uzaklarda.

Bugünlere nasıl geldik derken hep anımsadığım bir sohbet vardır. Fakültede bir odadayız, ben ve iki akademisyen arkadaş laflıyoruz. İkisi de Prof ben ise o zamanlar öğretim görevlisiyim.  Sohbet konumuz yaklaşan seçimler. İçlerinden birisi "Bu sefer AKP'ye vereceğim, bir de onları deneyelim" dedi.  Bunun üzerine diğeri "Hocam sakın yapma, denemek istediğin parti, sana bir daha asla seçme şansı tanımayabilir, bir daha düşün, bu iş deneme tahtası değil" diyerek düşüncesini belirtti. Geriye dönüp baktığımda haklıymış diyorum. AKP ye o dönem oy veren arkadaş ise, son seçimden çıkan sonuca dayanamayanlardan !  Oysa sadece denemek istemişti.........

Deneye yanıla geldik buralara ve benim 2009 yerel seçiminde görev almama :)  AKP sonrası başladı  sandıkta oyunlar dönüyor söylencesi.  E madem var böyle bir şey gidip bakayım dedim.

Ve bu görevim, ağlayarak eve gelmem ve evde de böğüre, böğüre ağlamamla bitti.  Sahiden de böğürerek ağladım. Beni ağlatan sonuç değildi. Gün boyu tanık olduğum cehalet ve aymazlıktı !

Görev yerim henüz eğitime açılmış bir ilköğreitm okuluydu, sabah gider gitmez köşe bucak gezdim ve hayran kaldım . Hayır sever bir aile yaptırmış, Tuvaletleri bile sınıflara göre ölçülendirilmiş, her öğrenciye birer dolap verilmiş ki, devlet okullarında pek görülen bir uygulama değil. Her taraf pırıl pırıl, okulun müdürüne rastladım ve gösterdikleri özene teşekkür ettim. O da heyecanla bana laboratuvarları, resim ve müzik odalarını gezdirdi.

Oy sayımı bittiğinde ise o canım okul gitmiş, her yan kağıt ve çöp içindeydi, nasıl yaptlılarsa duvarlarında ayak izleri, lavabolardan bir kaç tanesi kırılmış, sınıf kapılarından bazıları yerinden çıkmıştı !! İnanamadım............sanki bir gün değil, bir kaç yıl sonrasına gitmiş kadar yıpranmışlık vardı...... Ne istediler çocukların okullarından........

Farkettim ki, mezarından kaldırıp, allayıp, pullasalar bu insanlar Hitler'i bile seçebilirler. Artık şaşmıyorum sonuçlara !

Öte yandan bugün ortak bir mesajlaşma grubunda bir arkadaşım uzunca bir yazı ile hissettiklerini paylaştı. Diğerlerine ciddi anlamda tepeden bakan bir ileti....... Efendim özenle yetiştirdiği çocukları şimdi kalkıp ileride bu insanlardan iş mi isteyecekmiş !!!   Bak sen, onlar da aynısını senin için düşüneceklerdi, "özenle yetiştirdiğimiz dindar çocuklarımız bunlar gibi ateistlerden iş mi dilenecek" diyeceklerdi........... Hatta ve hatta üzüntüsünü unutmak için sinemaya bile gidememiş...... ben de "tiyatroya git o zaman" dedim ve her zamanki gibi ukalalıkla suçlandım !

Çözüm elbette var, ancak bugünden yarına değil........zaman alacak !

2 Kasım 2015 Pazartesi

Kibir

Bir seçim daha bitti, %50 kırgın, geri kalanı ise mutlu ve zaferini kutluyor.

Kırgınlara sorularım var ? Ne bekliyordunuz ..........halkın cehaleti, çaresizliği ortada iken başkası olamazdı. Siz özgürlük, adalet, hakça paylaşım sorunlarına değinirken, halkımın bunları pek de umursamadığı ortaya çıktı.  Özgürlükten ne anladıklarını kendileri bile bilmiyor ! Düşünce özgürlüğü dediğinizi duyar gibiyim...........acaba düşünüyorlar mı ? Yoksa mahalle hocalarının anlattıkları din, onların düşünmesine engel mi ? Pek düşünüp kafa yorduklarını sanmıyorum, ne de olsa düşünmeye başladıklarında birileri çıkıp "kuranda böyle yazıyor" diyecek ve onlar da rahatlayacaklar. Nasıl olsa dinde bir kaşılığı bulundu, düşünmeye gerek yok ! Ayrıca beyin çoğunlukla kolayı seçer, dikkat edin insanlara gerçeği anlatmak zor, inanmak istediğine inandırmak her zaman kolaydır.

Sizler sağlıklı beslenme kaygısıyla kendi aranızda, organik, probiyotik, antiaging sıkıntıları yaşarken, onlar kendilerine bedava dağıtılan makarnaya şükrediyorlar ! Makarna varsa sorun yok, un varsa ekmek yapabilir, yağın bitkisel veya hayvansal olması da fark yaratmıyor. Öte yandan en son araştırmalardan biri, "yoksulluk ve zeka arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarıp, iyi beslenmeyen beyinler küçülüyor" diyor.......sizce bunu önemseyen kim ?  Araştırmanın meali "hacı sen fakirsen, iyi beslenemezsin, sadece karnın doyar ve asla bir üst basamağa çıkamazsın, o iyi üniversitelere senin çocuğun giremez " Sanırım buna da cevabın "kısmet değilmiş" olur !

Yolsuzluk var diyoruz !  Kimin umurunda ? Gördük ki, hiç takmıyorlar bunu :)  Beyin küçük rakamlarla uğraşmayı sever, nasıl hesap edeceğiz onca parayla memlekete hangi hizmetlerin gelebileceğini, zor iş ! Bırakın çalsınlar lakin siz sakın ola 5 kuruş para üstünü vermeyi unutmayın, hır çıkarır, bıçaklar falan, bulaşmayın !

Dikkat ediyorum bunları sorun yapan kişiler genelde iyi eğitimli ve ahlaklı insanlar. Zaten şartlarınız iyi, nerede olsanız iş bulursunuz. Bir kaç yabancı dil biliyorsunuz, ne yapar eder rahat yaşarsınız ! Başkalarının yerine hiç endişelenip kendinizi üzmeyiniz. Muhteşem sülümanı izleye izleye saray entrikalarına alıştılar, saray adabını öğrendiler........... bırakınız insanlar padişahım çok yaşa diyerek saray sahibi bir halk olmanın sefasını sürsünler, çekememezlik yapmayın lütfen ! Allah'ın acımadığına acımak kibirdir !


28 Ekim 2015 Çarşamba

şerefsiz

Kazandığım bir iddia sonucu bir kez daha anladım ki, dini imanı para olan şerefsizler insan kılığında gezebiliyorlarmış :))  Tarih 28.11.2015

14 Ekim 2015 Çarşamba

hikayeler

Oldum olası insana dair her konu beni çekiyor, ancak artık insaoğlu çekmiyor ! Bir uzaylıymışım gibi, öykülerini dinlemeyi ve tanımaya çalışıyorum. Son bir kaç günde çok hikaye dinledim, gerçek hikayeler ve her hikayede incitenler, incinenler, duygular var.

İlki, sıradanlaşan aldatma konusunda uzmanlaşmaya çalışırken başarılı olamayanlardan, yapıyor, duygularına yenilip eşine dönüyor :) Karımı seviyorum, farklılık arıyorum. Tüm hikaye bu değil tabiki, başkasına duyulan aşkı unutabilmek adına yapılan bir evlilik, beklendiği zamanda gelmeyen bebek....geldiğinde ise problemli gebeliğin sonlandırılması...... bu sonlanma muhtemelen kadında eksiklik duygusu yarattı, içten içe kocayı suçladı ve sonunda koca kaçışı başkalarında bulmak için kolları sıvadı !  İstedğim kadar dinleyeyim, her ikisi de haklı, çocukları olursa eğer bir süre daha devam edebilecek bir evlilik .........

Diğeri ise kazanova olmaya meraklı genç bir adam ! Çok yakışıklı, o istemese bile peşinde koşanlar çok...... Oysa o mutsuz ! Sevenim yok diyor, beraber oluyorum, sonrasında istemiyorum ! Bazen onlar da beni istemiyor....... duygusuz seks ve potansiyelin cazibesi...... anlatırken o kadar naif ki, al dizine yatır  masallar anlatarak uyut !

Eski dostun hikayesi ise cidden zor. Ne istediğini bilmeden yapılan erken evlilik, yıllarca çalış çabala, bir düzen kur.........boyun beraber, en az babası kadar yakışıklı bir erkek evlat yetiştir........ Ve kendini kaptır git koşuşturmaya.  Günlerden bir gün gençlik sevdan karşına çıksın, çok da sevda değil aslında, bir kaç kez elele tutuşma, bakışma......... Zayıf anda gelince yaşanmamış aşk havasına kapılıyor ! İşte bu adam en dürüstlerinde, karısını karşısına alıyor ve yediği naneyi itiriaf edip, apar topar boşanıyor. Bana anlatırken "önceleri bir kaç kaçamak oldu, sadece cinsellikti, oysa bu sefer yürek yandı, karıma anlatmalıydm" diyor....... Karşı tarafta evli, ancak boşanmaya ve eşin kendisine sunduğu olanakları bırakmaya niyeti yok............devam edemem diyor......oldu bitti, bunda büyütecek bir şey yok !

Sonrasında öğreniyor ki, hatun kişinin hayatında başkaları da olmuş.........Umurunda mı bizimkinin ?Değil !  Gözlerime bakarak, çakırkeyif haliyle "aşığım" diyor ..........  "Ol len dedim, acıtsa da, sev, kendin için yaşa aşkını ve o kısacık zamanın mutluluğunu"........

Çok önceleri dinlediğim bir diğeri ise yeni evlendi. O da aşk için bıraktı bir çok şeyi. Düğününde çok mutluydu umarım devam eder. Oysa çok eleştirildi, buna rağmen arkasında durdu ve bastı nikahı !

İki evliliği geride bırakan ise travmatik bir durumda ! Evlilik onun için artık gereksiz. Yakışıklı, iyi kazandığı bir mesleği ve havalı bir facebook hesabı var :) sürekli download halde, gelen giden belli değil........ Akarken doldurmalı diyor ve bunu yaparken ya kendinden, ya da kadınlardan intikam alıyor, ruhu huzurlu değil, ne yaparsa yapsın ben onun çocuk suratını seviyorum. Açabildiği anlarda yüreği çok güzel !

En son hikayem de bunlardan çok farklı, anlatan yine bir erkek...........Henüz 12 yaşında iken, babasının onu koyun sürüsüyle dağda bırakmasını, her gün peynir ekmek yemekten sıkılıp, bir koyunu nasıl kesip, cağ kebabı yapıp yediğini anlattı ! Çok güldüm. Söz döndü dolaştı babasına geldi, en küçükleri buymuş, o sert, çiftçi baba, her ne kadar 2 ay boyunca dağda çobanlık yapması için onu yalnız bıraktıysa da, üstüne titrermiş, ne istese alırmış. Aldıklarını da "al oğlum" diyerek vermek yerine, ya bir yerlere saklar, ya da annesine verdirtirmiş, Eski terbiye işte, çocuğu şımartmayacak. İkimiz de babalarımızı yad ettik, iyi geceler diyerek ayrıldık .

4 Ekim 2015 Pazar

Yeşil

Her şey alt üst, özel hayat, tüzel hayat bombok, bir yandan hastalık, bir yandan saçma sapan bir mahkeme, nereye baksam düzeleceği yok gibi. Canım burnumda, umut hep var da, bu aralar bana uzak. Benim de buralardan uzaklaşmam lazım,  iki hafta sonra gidilecek seyahati öne alalım diye dil döküyorum arkadaşıma, "ne bu acele" diyor, bekle........beklemeye tahammülüm yok, gitmem lazım ve ikna ediyorum, hatta pazarı bile beklemeden Cuma akşamına alıyorum biletlerimizi.

Otobüsü beklerken hiç ummadığım birinden gelen bir mesaja gülümsüyorum. Bir kızı olmuş ve benim ismimi koymuş, salak diyorum içimden, demek en çok sevdiğin kadın benmişim, siktir ol git...... buna sevinmeli miyim yani.........oysa yıllar sonra gelen bu itirafı duymak bir zamanlar ne kadar da önemliydi......demir tavında dövülmedikten sonra ne faydası var !

Yola çıkıyoruz ve birazdan yeşil ışıkları yanıp sönen bir araç geçiyor, sadece yeşili gözümü alıyor, bilmiyorum ne taşıyor, neden yeşil yeşil parlıyor...........

O çok sevdiğim Bodrum bu sefer tuhaf, havası ağır, sıcak.......suç onda değil, ruhum darlanıyor, ota boka ağlıyorum, akşamları balkonda oturup gökyüzünü izlemek bile mutlu etmiyor......... ne kadar gözyaşı biriktirmişim, durmak bilmiyor............içim yerini dar bulduğunda nerede olduğumun faydası yok..........buradan da gitmem lazım, eve gitmeliyim !

Arkdaşım da bir anlam veremiyor bu ağlamalara, sıkıntıma........... yüzmek iyi geliyor ve aklımda deli bir fikir.......... bir gün intihar etmeye karar verirsem en güzeli deniz olmalı diyorum, açılacaksın, yüzebildiğin kadar yüz........ gücün tükenince bırak kendini ve o sonsuz mavilik seni içine alıp yok etsin...... bu düşünce kafamdayken açılmaya bile korkar oldum !

Dört gün zor dayanabildim ve geri dönüyorum, dönmem lazım !

Eve geliyorum , babama uğrasam iyi olur, onı kırdım, üzdüm gidip görmeliyim.  Tamam da, şimdi annem bir şey der, dayanamaz cevap veririm ve dalaşırız, hem ben de kötüyüm, tahammülsüzüm, biraz zaman geçsin................

Keşke geçmeseymiş ! Keşke ertelemeseymişim........... babam 3 gün sonra ölüyor !

Babamın arabasında, iki kardeşim ve oğlum.......önümüzde yeşli ışıklarıyla giden cenaze aracı ! Sessizlik............içten içe ağlayan bizler.........bitmeyen bir yol, o yolda beraber gidilen mutlu günlerin anıları, çocukluğumdan beri yüzlerce kez gittiğim o yola bu şekilde gideceğimiz hiç aklımıza gelmezdi...........

Aradan 2 yıl geçti...........kolum kanadım kırıldı sanki, baba ocağı denilen şey ne önemliymiş meğer, babam gidince sanki ocaksız, yurtsuz kalakaldım...........  dünya dönmeye, gec gündüze kavuşmaya devam edecek............. ben bu dünyadan nasıl göçeceğim acaba, çok acı çekmesem bari !


29 Eylül 2015 Salı

Önyargı

Kurduğumuz, yaptığımız duvarları, şehirleri, kuleleri yıkabilirken, beynimizdeki önyargıları yıkmakta ne kadar zorlanıyoruz. Bir çok kez örneklerini yaşamama rağmen  an  geliyor bu kalıplara takılıveriyorum. En sonuncusunda çabuk kurtardım kendimi.

Yaklaşık beş saat sürecek bir otobüs yolculuğundayım, yanımda 60'lı yaşlarda bir hanım oturuyor. Koridor mu, cam kenarı mı derken sonunda anlaşıyoruz. Yarım saat sonra otobüs küçük bir kasabada terminaline girişte gişeye ücret ödüyor. Yanımdaki hanım şaşkın bir şekilde "aaaa para verdi" diyor.
İçimden "sanırım uzun süredir otobüse binmedi" diyorum.   Derken yol kenarında bir tabela gözüne çarpıyor "bamya alınır ve satılır" büyükçe bir binanın duvarında asılı. Yine şaşkınlıkla, "nasıl yani " diyerek soruyor..........  Konserve fabrikası olabilir dediğimde, "bunu akıl edemedim" yanıtını alıyorum. İçimdeki ses "kaybetmediysen buldun" diyor, nasıl çekilecek bu beş saat :)

Telefonuma gelen bir mesajı okurken yeni bir soru ile karşılaşıyorum "SOS sizce ne olabilir ?"

Haydaaa.......... Save our Souls diye biliyorum dediğimde, "Save Our Ship" de olabilir diye düzeltiyor. Anlaşılan ingilizce biliyor....... kafayı sıyırmış diyor önyargı kumkuması beynim !

Telefondan google'a soruyoruz, her iki seçenek de mümkün.  Biraz daha zaman geçiyor ve ressam Mehmet Güleryüz'ün telefonunu bulmak istediğini söyleyince yine telefona imdada yetişiyor, ancak sonuç yok.

- Neden ona ulaşmak istiyorsunuz ?
- Uzun zamandır görmedim, internette baktım ben de bulamadım telefonunu, Türkiye'de yardımcı olacak birisi yoktu yanımda, belki siz bulursunuz.
- Mail adresinizi verirseniz bulur ve yazarım diyorum, yorgunum ve çok da konuşmak istemiyorum.

Yeni bir soru ve anlaşılan ne kitap okuyabileceğim, ne de uyuyabileceğim :)

Ve benim yol arkadaşım başlıyor anlatmaya......Danimarka'da yaşıyormuş, sanat tarihçisi ve iyi bir koleksiyoncu. Düzenlediği sergilerin resimlerini, gecenin bir vakti uyanıp yazdığı şiirleri gösteriyor bana................Ve ben önyargılarıma yenik düşmediğim için mutluyum..........

O beş saat nasıl geçti hiç anlamadım, üstelik çok güzel şeyler öğrendim......... ve iyi bir dinleyici olduğumu da fark ettim !  Dinledikçe, ilgilendikçe anlattı ve sonunda benimle konuştuğunuz için çok teşekkür ederim dedi.......... "Türkiye'de son günlerim, iki gün sonra Danimarka'ya döneceğim ve kendi dilimi kullanmayı özledim.......burada insanlar hep TV deki programları ve politika konuşuyorlar......sanatla ilgilenen pek kimse yoktu etrafımda, sizinle tanıştığıma çok sevindim"

Ben de sevindim :)

Ve en güzeli de okuduğum kitapda bahsedilen insanlardan bir kaç tanesini gerçek yaşamda da tanıyor olmasıydı !  Edip Cansever'le, Mehmet Fuat ve daha niceleri ile ilgili gençlik anılarını dinledim.

Hep derim ya, ben şanslı kadınım :)




22 Eylül 2015 Salı

Kötü

Yüreğinde hissettiğin mekana, yüreğe, insana, güzelliğe, masumiyete, sese, neşeye, coşkusuna erişememek kötü.........

16 Eylül 2015 Çarşamba

Bilemedim kıymetini kadrini


İki yıl önce bir akşam evde yalnız oturup duruken arkadaşlardan biri aradı, "hadi gel, balkonda iki tek atıp laflayalım" cazip geldi ve üzerime bir elbise geçirip çıkıverdim.  İçersem araba kullanamam diyerek dolmuş durağına yürüdüm, saat 21.00 gibi, o saatte durakta dolmuş bulmak olası değilse de şansım yaver gitti ve kuruldum ön koltuğa. Başka yolcu beklemeden hareket ettik, 30 yaşlarında bir şöför, muhtemelen doğulu.  Birden "elbisen ne güzel" deyiverdi, normalde iltifatta anlamayacak kadar yabaniyimdir, yabanilik demeyelim de, ne cevap vereceğimi bilemediğimden geçiştiririm. Teşekkür ederim, dedim ve rahatsız olmadım ve diyalog beklenmedik bir şekilde devam etti.

- Evli misin ?
- Hayırdır, çiçekli elbise ile evlilik ne alaka ?
- Sordum işte öylesine
- Değilim, var mı bir tanıdığın hazır elbise de uygunken hemen bir kır düğünün yapıvereyim.
- Düğün yapılır nasıl olsa, ama evlenceneğin kişiyi iyi seç !
- Nasıl biri olsun ?
- Hasta olduğunda sana çorba yapacak biri olsun..........dedi

Sohbetin devamında ailesinin zoruyla evlendiği eşinden o gün boşandığını anlattı.  Bu evlilikten aldığı dersin  "zor zamanda yanında olacak kişi ile evlenmek" olduğunu da vurguladı.

Biraz önce evlilik planları yapan bir arkadaşım aradı ve bu işin yürümeyeceğini söyledi ! Nedeni de, hasta olduğunu karşı tarafın anlamaması ve onunla yeteri kadar ilgilenmemesiymiş, "adama bak, ben hastayım hastaneye götür diyorum, suratıma bön bön bakıyor"...........

Hastalıkta, sağlıkta..........iyi günde, kötü günde.............bunlar yok ise evlenmeyin , bırakın evlenmeyi, gönül bile kaptırmayın !








14 Eylül 2015 Pazartesi

yok

Sevginin bitiremediklerini nefretin ve öfkenle  öyle güzel bitiriyorsun ki ! Ve sen ömür boyu mutsuzluğa mahkumsun

12 Eylül 2015 Cumartesi

Orjinal

Sonuçsuz, nereye gideceği kestirilemeyen ve konuşanların kendini ispat etmeye çalıştığı zevzek sohbetlerdense çocuklarla konuşmayı yeğliyorum. Saflar, doğallar, içlerinden geldiği gibi davranıp konuşabiliyorlar, bazıları daha o  yaşlarda zeka küpü adeta.

Bugün iyi haberle bir tanıdığa gittim. Kenar mahalle desem bir türlü, varoş desem başka türlü, anlayacağınız varlıklı değil. Kendi yağında kavruluyor, yağ derken kalitesiz margarin işte..... Biraz lafladık ve çıktım. Yağmur dinmiş, güneş açmış ve çocuklar oynuyor sokakta. İçlerinden biri diğerlerinin ayakkabısına bakıp "orjinal veya orjinal" değil diyor.  Suç çocukta değil, onun kafasına bu zırvalıkları sokan aile bireylerinde.

Yanlarına yaklaştım, benimkine de bak, nasılmış dedim :)  ayağımdakiler spor ayakkabı olmayınca şaşırıp kaldı.  Ötekiler de güldü bu işe, sonrasında yaptığının gereksizliğini, ayıp olduğunu, hem insanlar giyindikleri eşyadan mutlu ise her hangi bir marka taşımasının hiç de önemli olmadığından bahsettim, Hepsi de ayyakbılarından çok mutluydu, iş görüyordu ve benim için önemli olansa hiç birinin yırtık veya çok eski olmamasıydı. Sonrasında bu işi yapan velede baktım, işitme cihazı kullanıyordu, muhtemelen kendini eksikli hissettiği için diğerlerinin kusurunu bulmaya çalışıyordu. Ne yazık ki, bu uzun süre böyle gidecek, bir süre sonra diğer insanların başka açıklarını arayıp gözler önüne sermeye çalışacak.

Sonraları o mahalleye gidip onunla daha yakından ilgilenmeliyim, bunlar bizim çocuklarımız !

23 Ağustos 2015 Pazar

Yapmıycam işte

Kişisel gelişim de neyse, hiç anlamıyorum, anlamak istemiyorum ve bana saçma geliyor. Onca yıldır kişisel gelişe gelişe bütünsel gelişemedik . Üç beş kişisel gelişim kitabı okuyanın, nefes terapisi, kuantum, aile dizilimi cart curt şeye katılanın dilinde bir "ego" kelimesi takılmış gidiyor. Her şeyin nedenini bu egoya bağlıyorlar, anasını satıym ne ego varmış sizde, bir türlü törpülenemedi gitti.

Ha bir de ne olsa empati!! Yapmıycam abi, empati falan yapmıycam işte. Geçen bir arkadaş garsondan şikayetçi olduğumda "empati" yap dedi.  O bana yapsın, müşteri benim, neyin empatisi, hesabı öderken patron bana empati mi yapacak sanki.  Anlamaya çalışmak ayrı bir şey, bunu yapmaya çalışıyorum lakin her önüme gelene de ne empati yaparım, ne de sempatik bulsunlar diye uğraşırım.

Yok efendim nefes terapisiymiş, hatun terapi yaptıracak diye benden 4000 tl istiyor, efendim gidicem Çeşme de lüks bir otele, nefes alıp vermeyi öğrenecekmişim, yemişim senin eğitimini. Ha bir de reiki var, evrendeki enerjiyi kullanmayı öğretiyorlar, kaç para ? 150 dolar, len evrenin bedava enerjisini kullanmak için neyin parasıysa artık.

Aman içinizdeki çocuğu da öldürmeyin bu arada. Ne zaman büyüdünüz de öldü o çocuk. Büyümüş gibi davtanıp, ortaya ego, reiki, empati, kuantum gibi zevzeklikler üret, sonra da içimdeki çocuk de, ha bi siktir olun gidin !  İçinizden geldiği gibi davranın bi yol !

21 Ağustos 2015 Cuma

7. Köydeyim

Ortalık yalan, dolan, hurafeden geçilmiyor. Erişimi kolaylaşan bilgiyi yorumlayabilen, mantığını katabilenler mi azalıyor, ne oluyor kestirmek zor. İnternette bir şey arayın, aynı bilgiyi kopyala/yapıştır bir çok sitede bulabiliyorsunuz, Ve doğru olup olmadığı da belli değil,

Sadece internet mi, TV lerde ot çöp profu dolu, herkes bir şey satma derdinde, kimi ot, kimi tuz, kimi ne idüğü belirsiz tedavi yöntemleri..............inanılır gibi değil.

Eskiden bunlara kanmayın falan derdim. Baktım olmuyor. Yeni bir yöntem buldum :)  İnsanlara inandıkları konunun, din, ilaç, nefes teknikleri, homeopati, zaman zaman da politik görüş olabiliyor, hemen karşısına geçip "yanlış" olduğunu söylemiyorum. Kandırılıyorsun, nasıl böyle bir saçmalığa inanırsın demiyorum. Böyle yaptığımda hemen savunmaya geçiyorlar ve beni de onlara tepeden bakan ukala yerine koyuyorlar.

Ne mi yapıyorum, yalanı, başka yalanla değiş tokuş ediyorum :))  Hani komşu kosültasyonu vardır bizim millette, birilerinin kullandığı ilaç ne hikmetse herkese iyi gelebilir ya işte onun gibi.

Hiç tahmin etmediğim biri geçenlerde bitkilerle tedaviden bahsetti, çok da inanmış, çünkü bir doktor arkadaşı da kullanıyormuş. Ben ne mi yaptım ?  "Aaaa sakın inanma, ben de uyguladım ve az kalsın ölüyordum, hastaneye zor yetiştim, meğer o bitkinin yan etkileri daha fazlaymış, veya benzer bir yalanı falanca tanıdık üzerinden anlatıp ikna edebiliyorum :)

Bilimsellik dediğinde olmuyor. İnsanlara saçmalıkları "bilimsel olarak kanıtlandı" diye yutturan haberler de var, artık hangi bilim ise orası tartışmalı :)  Bunu yutturmanın en iyi yolu da İsviçre'li ve ABD li bilim adamları demek, dikkat edin tüm gazeteler bu iki ülkenin bilim adamlarını dikkate alıyor böylesi dandik haberlerde :)

Konu politika ise ben de bir ara AKP ye oy verdim, lakin yolsuzluklar vb olaylar sonucunda vazgeçtim dediğimde daha etkili oluyor, en azından kendisi ile aynı siyasi görüşte olduğum düşüncesi ile dinliyor ve savunmaya geçmiyor.

Kendi adıma ben de iyi bir yalancı oldum çıktım.  En azından kendimce araştırıp, doğruya daha yakın yalanlar söylüyorum. Savunmaya geçmeden kendi silahı ile karşımdakini ele geçirmek daha eğlenceli :))  Nihayetinde "doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" gibi bir sözü sarfetmiş ataların çocuklarıyız !






17 Ağustos 2015 Pazartesi

All inclusive

Hayatımdaki insanları bir bütün olarak algılıyor ve seviyorum.

Benim de, onların da mutlaka olumsuz yönleri var, olmak zorunda çünkü kusursuz değiliz ve bana göre kusur olan bir özellik başkasına göre olumlu bir anlam taşıyabiliyor. Dolayısıyla yargılarken özellikleri yerine o insanla beraberken kendimi nasıl hissettiğim önemli. Yoksa sınıflandırmak kolay olmakla beraber yanıltıcı. İnsan olarak geliştiğimizi, yenilendiğimizi de işin içine katarsak, bir zamanlar olumlu algılanan değerler, zamanla negatifleşebiliyor.

Anne, baba, kardeş, evlat gibi seçme şansımın olmadığı ilişkilerde zaman zaman yaşanan kavgaları mecburen de olsa tatlıya bağlayabiliyoruz. Mecburuz, yoksa tüm aile birliğine zarar veriyor. Uzunca bir süre annemle dargın kaldığımda, farkettim ki, ileri de oğlum bana aynısını yaptığında, ki yapabilir, ona söyleyecek hiç bir sözüm olmayacak !  Karşıma çıkıp "sen de annenle küsmüştün" diyebilir.  İşte o anda suçlanacak tek kişi yine kendim olacağım.  Bu yüzden aile ile küskünlük eni sonu bana dokunan bir süreç. Hani "insanları olduğu gibi kabul etmek" dediğimiz bana göre bu ilişkilerde geçerli. Başka şansım yok açıkçası.

Diğer ilişkilerde ise sürekli onanmayı ve onamayı da tutarlı bulmuyorum.  Samimi değil. Sevgilimi, eşimi sürekli pohpohlamam onu memnun edebilir ancak ne derece doğrudur. Hiç mi hata yapmıyor ? Hiç mi ben onu üzmüyorum, işte bu imkansız !

Bu tür ilişlilerde karşımdakinin bir konu üzerine beni üzmüş olması onu hepten kötü yapmıyor. Sanırım anlaşılmayan noktalardan biri de bu.  Sen iyi bir insansın, seni hayatıma alırken bunu görerek, hissederek aldım. Anlaşamadığımız ve/veya birbirimizi üzdüğümüz olay ise gidişatta sadece bir an, bir nokta ! Biz bu noktada takılır kalırsak bütünü göremeyiz. Seni sevdiğim anlarda iyiydin, şimdi de iyisin, ancak kusursuz olmak zorunda değilsin. Hata yapmadan, üzmeden, kırmadan yaşamak olası değil. Olumlu ve olumsuz yanlarımızla bir paketiz biz, hani her şey dahil olanlardan :)

İşte o dahil olan her şeye kavga etmek, kıskanmak, öfkelenmek de dahil :)  bunları uzatıp kırgınlıklara neden olmak ise bencileyin gereksiz . Gereksiz derken affetmek değil kastım.

Affetmek bir parça kibir içeriyor sanki, "seni affettim" denildiğinde benim iç sesim "hadi len kimsin sen" deyiveriyor. Affedilene karşı sanki üstünlük içeren bir olgu. Karşımdakini bütün olarak sevince affedilecek bir durum da kalmıyor, çünkü fıtratta her duygu var. Sadece bilerek ve isteyerek yapılan
incitici davranışlar gerçekten üzüyor. Bu noktada yapılacak en iyi şey, alıp karşına konuşmak, "hacı derdin ne, neden beni üzersin" diyebilmek. Bunu söyleyebildiğim kişi gerçekten olgun ise, verecek cevabı var, yok değil ise, bırak akışına gitsin.......su akar yolunu bulur misali, kendine bir geliversin.

Sabah kahvesi iyi gelmiş bana :))

16 Ağustos 2015 Pazar

Ticari bekleme yapma

Kafam  uymasa da haftada bir gün için katlanayım dedim. Ne olacak sanki laflayıp, işimize bakarız, bitince çeker giderim. Ülke gündemi öylesine yoğun ki, eni sonu laf dolanıp gündeme geliyor, üstelik sürekli geyik yapacak değiliz, boynuzlar uyuşmayınca geyik de tıkanıyor bir yerde.

Mola esnasında milliyetçi olduğunu öğreniyorum. İç sesim takma kafana diyor, sana lazım olanda sorun olmdıkça bu konulara girme bile. He de geç :))

Bir sonrakinde TV yi açıyor ve ne hikmetse türküden, dinden, imandan zerre haberi olmayan herif, tüm Viktorya secret mankenlerinin adını, Taylor Swift ve benzeri gavur şarkıcıların şarkılarını ve isimlerini ezbere biliyor.

Ahan da bu iç sesimi susturamadığım nokta oluyor :)  Ha bi siktir ol git, neyin milliyetçiliği bu, hani ben gavurun dilini, edebiyatını bilirim diye, bana hava atacak, kendini kabullendirme derdine düşeceksen daha da beter.  Kendin ol yaaa, bunlara meraklıysan da özünden uzak olduğun milletine, milliyetçilik yapma hafız :)))

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Sevdim


Onu kendime uygun olduğu için sevmedim" dedi. Sadece sevdim !

 Evet böyle, bir erkeği veya kadını bize uygun olduğu için mi severiz ?  Böylesi sevmek hesap kitap gerektirir........sadece sevmek bambaşkadır !  Uygun olsa da, olmasa da severiz, sevmek iyi geldiği için, bazen de karşınızdaki bilmese bile kendimiz için severiz.............. hesaplayarak sevgi olmaz..........

21 Temmuz 2015 Salı

Suruç

Önümüzde yeşil ışıkları ile giden bir cenaze aracı ve biz üç kardeş onu takip ediyoruz ! Hayatımın en zor en acı yolculuğu.......cenaze aracında babamız var......... o yolu onunla kaç kere gülüş oynaş gittik, bu son yolculuk beter.......... orada cansız yattığını bilmek acı verse de , onun acılarından ve dünyanın çirkinliklerinden kurtulduğu biliyorum.

Ve her cenaze aracı gördüğümde arkadan gelen arabalara bakıyorum. Biraz önce Suruç'da ölen gençleri taşıyanları gördüm, içim çok acıdı......... Hiç bir ana baba evladını toprağa vermemeli ! Öyle özene bezene, umutlarla yetiştirilen fidanlar, topluma, insana faydalı olacak fidanlar bunu haketmediler............. Lanet olsun kıyanlara, göz yumanlara !

17 Temmuz 2015 Cuma

Seyran

İşte bayram, yine bayram, bir süre sonra diğeri gelecek ve aynı mesajlar iletilecek ! Sanki herkes çok  mutluymuşcasına birden bire sevgi kelebeği kesilecek başımıza !

Oysa çoğu insan sevmiyor bayramları, tatil olması iyi geliyor . Yalnızlığı fazlasıyla yüze vuran bayramda tatile giderek oyalanıyorlar, çok çalışanlara da güzel bir fırsat. Bayram da tatile gitmeyi de sevmiyorum, her yer vıcık vıcık insan dolu...........ha bir de buna selfie çekenler de eklenecek :(((  hiç çekilesi değil, tamam karamsarım bugün ne var, sevmiyorum işte bayramı seyranı, hem bana her gün bayram da değil !

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Adam

Ne adamlar sevdim zaten yoktular......... hepsini de severek var veya yok ettim ! Hiç birnin yalnızlığı veya yokluğu beni kirletmedi,....... adam olamayışlarına üzüldüm......... yok oluşlarını izledim,

Var olmak için çırpınışlarına güldüm...............oysa biliyordum, zaten yoktular ! Yüklediğim anlamlardı onları var eden !

2 Temmuz 2015 Perşembe

Seninle

Gitmek, görmek istediğimiz  yerlerin resmini görür, methini duyar ve orada olmak isteriz, bazen masmavi bir deniz, bazen dağlar, kimi zaman ise tarif edilemez bir şeyler çeker oraya ! Gidesimiz gelir, benim öyle oluyor.........saçma sapan bir yer bile olsa göresim geliyor işte :)

İşte bu gitmek istenilen mekan dünyanın en güzel yeri bile olsa, kiminle gittiğin çok daha önemli ! Öyleleri var ki, bin pişman ediyor, o güzelliği farkedemiyor, keyfini süremiyorsun bile, hep bir gerilim,  şikayet veya hır çıkaracak lafı, sözü, alınganlığı hazır.......... geldiğine geleceğine lanet ettiriyor :))

Yoldaş huzurlu, sevgili, kalender ise nereye gittiğinin önemi kalmıyor, çadırda yatıp, derede yıkansan bile gönül hoş..........cehennem oluveriyor bir anda  cennet :))

Sevdiğim türküde dediği gibi, "dün gece yar hanesinde yastığım bir taş idi, altım çamur, üstüm yağmur, gene gönlüm hoş idi"..........velhasılı kelam,gitmek istediğiniz  cennetteki  huysuz huriler şarabı kederden içirirebilir  !

19 Haziran 2015 Cuma

Ömür


Türkiye yarın ki cenaze ile bir devri kapattı............... Öğle namazında Demirel'in, ikindi namazında da kuzenimin cenazesi var...........çok genç gittin be Ömür............ bazı hallerin babama benzerdi, delişmendin, büyümeye özenen çocuktun................  Gittiğin diyarda amcanı görürsen bir rakı sofrası kurun ve ona deki "kızın seni çok özlüyor"........................ Toprağınız bol olsun................

16 Haziran 2015 Salı

Hacı yarın nereye gidiyoruz ?


Kendi adıma  eksik bir yanımla yüzleştim bugün. Artık daha farklı davranacağım.  Bir arkadaşıma kırıldım ve bana son derece ters gelen bir davranışı nedeniyle ilk karşılaşmamızda tavırlıydım ve  o yokmuş gibi davrandım. O da aynısını yaptı !

Ortak dostlardan birisi, "kızım bence gidip konuşalım, nedenini öğrenelim, onca yemiş içmişliğimiz var, bir birimizi yok sayacak isek, en azından helalleşip koparalım"  deyiverince, "tamam" dedim.

İyi ki de demişim ve konuşunca  onun sıkıntılarını öğrendik ve kaldığımız yerden devam edebildik.

Ortak dost beni konuşmaya ikna etmeseydi, sevdiğim bir arkadaşımı yok yere kaybetmiş olacaktım. Konuşmak lazım, anlamak lazım.................derdin ne, ha bir yol anlatıver demek lazım :)

10 Haziran 2015 Çarşamba

Türküler Biter mi ?


TÜRKÜLER BİTTİ 

Halaylar durdu 
Horonlar durdu 
Al damar, mor damar, şah damar sustu 
Bahçeler put kesildi birer birer 
Meyveler salkım saçak taş. 
Bir bulut uçardı 
Başı boş bedava 
Yandı kül oldu. 


Hüzün geldi baş köşeye kuruldu 
Yoruldu yüreğim yoruldu. 


Ağaç büyür arkasında koşamam 
Kervan yürür peşi sıra düşemem 
Yıldız akar uçsam da yetişemem. 
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu 


Yoruldu yüreğim yoruldu.



Bedri Rahmi Eyüboğlu 

3 Haziran 2015 Çarşamba

bak içime göre beni

Düşünceliydi, suratıma baktı ve "Kadın, keşke şu beynin biraz daha az çalışsa, daha mutlu olacaksın"

O zamanki ben bunu anlamadım "niyeymiş" dedim........beynim çalışmasa beni daha mı çok severdin, ben böyle çok mutluyum..........

O çapkın gülümsemesi yüzünü kapladı ve............. tamam kadın, tamam dedi.......... nasıl istiyorsan öyle olsun !

Meğer ne haklıymış, beynim daha az çalışsa, daha az detay görsem, daha duyarsız olsam ve görünmeyeni görmezden gelsem..........her şeyde kendimce mantık aramasam kesinlikle çok daha mutlu olurdum..........maalesef  it is beyond my control !

28 Mayıs 2015 Perşembe

Hayat Insanları




Dilde cinsel ayrımcılığı ortadan kaldırmak adına, bilim adamı demekten vazgeçtik ve bilim insanı diyoruz. İş kadını derken sakınca görmüyor, kadına "kadın" yerine bayan demeyi tercih ediyoruz.

Bu düzenleme toplumun okur yazar kesimine uygulanırken diğer konularda pek yapılmıyor. Hala "hayat kadını" tanımını kullanıyoruz. Tanım bu işi sadece kadınlara bırakıyor.
Hayat kadını denildiğinde para karşılığı seks yapanları kastettiğimizi anlamayan, bilmeyen yok :) Tabi bir de bu işi zorla veya çaresizlikten yaptığına inandığımız "seks köleleri" var.
Orospu kelimesi küfür ve aşağılama şeklinde algılandığından yazılı kullanımda imtina ederken, öfkemizi ifade şeklimizde ağızlardan düşmüyor.
Orospuluk bu anlamda sadece kadını tanımlamıyor, bazıları içinse "erkek orospu" denildiği oluyor. Çünkü erkeklerin "erkek" olma dışında bir de "adam olma" zorunlulukları var. Biz kadınların böyle bir sıkıntısı yok. Kadınsan kadınsın ve senden beklenenleri yapmak için bir üst adıma geçip "ultra kadın" olmak zorunda değilsin. Olsan olsan "taşaklı kadın" olursun :)
Konu cinsellik olunca kadın kısmı bunu baskılamak zorunda, çünkü herkesle paylaşabileceğin bir eylem değil. Ayıplar, günahlar ve toplum var karşında. Kıvrak kadın zekası baskılanan cinselliğini bir değiş tokuş aracı olarak seçiyor böylelikle. Ve eylemin ismi "vermek" oluyor. Veriyorsan karşılığını da alacaksın.
Para alırsan hayat kadını, sevgisiz/saygısız bir evlilikle korunma ve beslenmeyi seçersen eş, genellikle başka bir diyarda çocukların için para kazanmak zorundaysan seks kölesi, çalışırken taciz edilirsen mobbing kurbanı ve bir dolu cinsel içerikli olay mağdurunu tanımlayan kelimelerle betimleniyorsun.Çünkü alıcı değil vericisin !
Hayat kadınları derken para için seks akla geliyor ise hayat zaten seks üzerine kurulu anlamı çıkmaz mı ? Hayatın kadınları bunu yaparken erkekleri ne yapıyor ? Hepimiz bu hayatın insanı değil miyiz yoksa ? Ben işin içinden çıkamadım :)


21 Mayıs 2015 Perşembe

To the end of life !

Bazen amaçsızca yürüyorsun, herşeyi yaşadım, yol boyu her kafeye uğradım, her yemeğin tadına baktım ve artık şaşırmıyorum !  Öyle bir şey olsun ki "ben bu filmi izledim" demeyeyim. Beklediğin bir şey yok aslında, dedim ya, yollar yürünmüş, molalar verilmiş, sevdalar eskimiş !

Etrafa daha iyi bakınayım, şu oyun oynayan çocukları izleyeyim, neşelerine neşeleneyim derken biri yanınıza oturuyor. Laflıyorsun, hepimizin anlatacak hikayeleri nasıl olsa var............anlatılıyor !  Eğer birbirinize ihtiyacınız var ise banktan elele kalkıp kendi hikayemizi yaratıyoruz.

Derken yine bir yorgunluk başlıyor, başka bir yolda veya parkta dinlenelim hadi diyerek beraberce oturuyoruz..........içimizde ki ses, çok oturdun hadi kalk diyor, kalk artık........... bırak yol arkadaşını, al başını git.

Kalkıyoruz, geriye bakmadan yeni yola, yeni heyecanlar, yeni yoldaşlarla yürüyoruz. Her yolun başı güzeldir, bu da öyle..........yol güzel, yoldaş güzel, hikaye yeni !

Acaba önceki bankta biraz daha otursa mıydım ? Acele mi ettim ? Oturmamı isteseydi, "kal" demez miydi ?  Derdi..........demediğine göre şimdi bunları düşünme..........o banka geri dönsen bile, ne yoldaşını aynı bulacaksın, ne de etraftaki manzarayı, Onun da yanına başkaları oturdu ve şimdi onların hikayelerini dinliyor...............

19 Mayıs 2015 Salı

Ses

Adem oğlunun çıkarabildiği sesler belli ve bu seslerden yüzlerce dil, milyonlarca kelime üretip anlaşmaya çalışıp, anlaşamıyoruz. Diller, kelimeler ne olursa olsun, duygular, istekler ortak !

 Mutlu olmak, sevilmek, sevmek ve huzur istiyor, arıyoruz ! Buluyor, bulduğumuzu sanıyor, kaybediyoruz ve bu döngü yaşam boyu devam ediyor ! Habire konuşuyoruz, yaşamı tarifliyor, anlam arıyor, zaman zaman anlam katıyoruz.

Bu kadar kelimeye rağmen gün geliyor ne mutluluğu, ne hüznü, ne de acıyı tarif edecek kelime bulamıyoruz. Yine de konuşuyoruz....

Kısa yaşamı detaylara boğmak anlamsız, bir başkasına hayatı anlatmak, öğretmek anlamsız. Kimseye hayatı anlatmaya çalışmıyorum, herkesin hayatı kendine, yaşayacak, görecek, öğrenecek !

Artık inançları da tartışmak istemiyorum, neye, kime inanırsanız inanın, yeter ki, başka bir canlıya zarar vermeyin !


17 Mayıs 2015 Pazar

Pislikler

Genellemelerinizden, dininizden size dayatılan herşeyi beyinsizce kabul etmenizden nefret ediyorum ! Evet ediyorum, çoğunuz birer pisliksiniz !

Genç bir adam hasta, hem de çok..........günleri sayılı, ancak bir mucize kurtarır deniliyor.

Ve o adamı tanıyanlar zevzek yorumlarınızla  beni deli ettiniz.

Çocuklarının her olumsuz davranışında ve felaketlerinde onları suçlayan kadın, bu sefer işi kadere bağladı !  Allah böyle taktir etmiş diyor...........dinlerken içimdeki ses bağırıyor "hayvan, söz konusu kendi çocukların olduğunda  neden kadere inanmıyor ve onları beceriksizlikle suçluyorsun ?  Kader seninkilere işlemiyor mu ?

Bir diğeri............"ama çok içiyordu" diyor !  Kendi alkolik kardeşini görmeden, seninkine neden bir şey olmadı.........tek içen bu genç adam mıydı ?

Bir başkası.............."babası çok kibirliydi, ne çok gencin idamını imzaladı".........bir tek o mu imzaladı, babasının yaptıklarının belki de yapmak zorunda olduklarının cezası evlada mı kesilmeliydi ?

Felakte bahane üreten birisi............."hatırlar mısın şöyle bir olay olmuştu ve bir akrabası beddua etmişti"  diyebiliyor utanmadan....... şimdi o beddua mı tuttu !

Hiç mi düşünmüyorsunuz genç yaşta ölen binlerce gencin, bebeğin durumunu, bunların hepsi kimin vebalini ödüyor peki ? Eğer başkalarının ahı, hataları yüzünden ölüyorlar, hastalıklarla cezalandırılıyorlar ise neden hala bu kadar kötüsünüz ?  Neden hala saçma sapan sebepler yüzünden dalaşıp, insanları, sevdiklerinizi veya sevmediklerinizi üzüyorsunuz ?  Hem kadere inanıp, hem de suçluyu başka yerlerde arıyorsunuz kimsiniz siz ??  Kim ................

Ölen ölüyor bu sefer cenaze töreni hakkında konuşuyorsunuz ! Ne kadar kalabalıktı, kimler geldi, kimler gelmedi......  Öldü lan, bir insan öldü ve bunlar onu artık ilgilendirmiyor bile.....hangi kutsal ayda, günde öldüğü artık önemli değil, gelen gelmeyen artık önemli değil............anlayın artık !

Ölümü bile gösteriş malzemesi yapıyor, sonra da dinden imandan bahsediyorsunuz ! Cesedi bulunmayan, mezarı bilinmeyen, günah işleyecek kadar bile ömrü olmayan çocuklara ne oluyor, bunu sordunuz mu kendinize ?

O sınav dediğiniz hayatı daha da boktanlaştırmayın, kapayın çenenizi, yaşadığımız acılar illaki bir şeylerin karşılığı olmak zorunda değil ! Sevmeyi öğrenin biraz, kendine insan diyen ve akıllı sanan hayvan topluluğu ! Biraz da sevin lan, sevin !!!




















5 Mayıs 2015 Salı

Dolandırıcı

Küçük bir öykünün kadını ve erkeği kanepede oturmuş film izliyorlar, bir yandan da sohbet ediyorlardı. Adamın aklına ne geldiyse geçmişten bir konuyu açtı ve "senden o parayı geri alacağım" dedi.

Kadın şaşırdı. Hala o parayı düşünüyor dedi içinden. Tanışmalarına vesile olan parayı, oysa anlaştıklarından daha azını almıştı ve sadece bir semboldü.  Adama ne kadar etki etmiş ise geri almayı planlıyordu. Kadın şaşırdı ve içindeki şaşkın ve kızgın ses " zor alırsın " diye bağırınacak iken, susturdu. Üzülmüştü ve bunu belli etmek ortamı gerebilirdi.

Adam ona çok şeyler yapmıştı. Sürprizler, incelikle düşünülmüş ve her kadını mutlu edebilecek hediyeler, beraber çıkılan seyahatler. Bunları talep eden kadın değildi, hatta zaman zaman fazla harcama yapmasını istemezdi, kıyamazdı adama. Onun geleceği için birikim yapması gerektiğini söylediği anlar gelirdi aklına. Hepsini adam planladı, romantikti, kadını mutlu etmek istiyor, oysa onun ne istediğini, düşündüğünü bilmiyor, buna kafa yormuyordu. Sevindireceğim derken kendini gerçekleştiriyor ve ilişkinin bu boyutunda tüm yükü omuzlarına alarak yoruluyordu.

Vakti geldi ve ayrıldılar. Kadının üzülmesin diye açıklama istemediği bir rahatsızlığı çıktı ortaya. Adamın hastalık, doktor, ölüm üzerine düşüncelerini biliyordu ve onu üzmek, tedirgin etmek istemedi. Ortak bir gelecek planları yoktu, gol olsun diye aynı topa bile pas veremiyorlardı.

Derken kadın bunu daha fazla gizlemek istemedi ve tam anlatmak için adama gittiğinde, başka bir kadının hastalık hikayesini dinledi !  Daha ağzını açamadan kapılar kapanmıştı. Sustu ! Ve aldatıldığını da öğrendi, halbuki kadın için aldatılmak çok da önemli değildi, bilirdi ki, anlık bir olay, bütüne zarar veremez, veriyor ise herkesin yolu açıktır.

Aradan uzun zaman geçti. Adam, kadının yüzünde hep bir gülümsemeydi. Ta ki, gerçek yüzünü görene kadar. Ne mi oldu, adamı dolandırdı. Evet şaşırmayın bunu yaptı ! Hiç bir zaman ben dürüstüm demezdi, gerektiği yerde, gerektiği kadar........

Adamın kredi kartı kalmıştı kendisinde, bir kaç kez iade etmeyi teklif etti, kabul edilmeyince de vazgeçti. En zor zamanlarında bile kullanmayı akıl etmedi. Emanete hıyanet gibi gelirdi. Tam bir alışveriş anında kendi kartında sorun yaşadı, manyetik bir problem ve emanet geldi aklına, o gün yapması gereken alışverişini yaptı ve aylık ödemelere böldü ki, rahatça ödeyebilsin. Kendi kartında da aynısını yapacaktı nasıl olsa.

İşte ne olduysa bu harcamayla oldu ! Adam adeta delirdi, telefonda sinirle karışık ağlamaya başladı, tehditler savurdu. Hatta yalana bile başvurdu. Kadın bu tepki karşısında hastalığını açıklayıverdi ! O hassas adam "bana ne " deyiverdi, evet şaşırmayın bunu yaptı ! Üstelik o andan yaşadığı ilişkisindeki problemlerden dolayı yine kadını suçladı.

Apansız gelişen hiddete maruz kalan kadının zaten zayıf düşen bedeni olayları kaldırmadı ve iyiye giden sağlık durumu tepetaklak oldu ve acilen kontrol altına aldılar !  Adam buna bile saygı duymadı, hastanedeki yakınlarını arayıp kadını kötüledi. Ahh be para sen insanlara neler yaptırabiliyorsun !

Kadın tam parayı ödeyecek iken........."senden o parayı geri alacağım" sözünü anımsadı !  Zor alırsın dediği geldi aklına ve vazgeçti. Hem bana ne yaptıysa kendi istediği için yaptı, bu harcamaları kendim istediğim için yaptım, hadi bakalım onca sene sonra çok değer verdiğin, aşık olduğun ben, senin paranla kendimi mutlu ettim !  Nasılmış gerçek anlamda mutluluk istemek ! Aşk; çiçek, böcek, kelebek miymiş, yoksa karşındakinin zor zamanında yanında olmak ve omuz vermek miymiş ?

Dolandırıcı oldu ve yüzünde gülümseme olan serserisinin gerçek yüzünü gördü !  Adam üşenmemiş, utanmamış avukatına aratmıştı kadını, icra işlemlerine başlıyoruz diye !

Adam dediğinin çocuk olduğunu unutan kadın üzgün !  Asıl şimdi aldatıldım diyor, bir illüzyona kandım !

Üzüntüden öte dolandırıcılığı tanımlamakta zorlanıyor. Nedir dolandırmak, olmayan duygular varmış gibi davranmak, yaşamak ve karşındakinin yaşamasına izin vermek mi ? Yoksa kazanılması her daim mümkün, el kiri denilen para uğruna her şeyi yok edip, yüzdeki gülümsemeyi silmek mi ?Bazen ağlamadan, ağlanmadan, dinleyip, anlamak gerekiyor !

Bir kahve içiminde çıkan minik bir öykü :)




1 Mayıs 2015 Cuma

Kendimle

Uzun zamandır görüşmediğim arkadaşımla dün buluştuk. Onunla çok sık görüşmesek de birbirimize karşı yalın, savunmasız ve iddiasız bir dostluk sürdürüyoruz ve bu keyif veriyor. Her şeyden konuştuk ve  o da başkalarından duymaya alışkın olduğum şeyi söyledi.

 "Bu kadar donanımlı, akıllısın neden bunu daha çok insana sunmuyorsun, seninle her konuşmamda bakış açım genişliyor, dünyaya daha farklı bakıyorum ?"

Neden !

Herkesin bu kadar çok bildiği, kendini kanıtlamaya, başkalarının onayını almaya ihtiyaç duyduğu bir dünyada yarışmayı sevmiyorum. Başkaları için değil, kendim için okuyor, öğreniyor ve düşünüyorum. Kendimi birilerine ispat etmeye çalışmak oldum olası tarzım olmadı. Bencillik olduğunu sanmıyorum. Ben buyum.

Öyle olmasam da insanlara dominant geliyorum ve çoğu insanla aynı şeyleri düşünmediğimden bunu ifade etmem bir tür rekabete, kişilik çatışmasına yol açıyor, bunu çok yaşadım ! Kendini beğenmiş dediler, ukala dediler, asi dediler.......artık  deli diyorlar :)  Önceleri bunlara üzüldüm ! Ukalalık yapmadım, kibirli değilim, asilik nedir.......kendimi anlatayım, bu yanlış anlaşılmaları düzelteyim diye uğraşı verdim. Artık vermiyorum, çünkü beni algılayış şekliniz sizin komplekslerinize ve deneyimlerinize bağlı ve değiştiremem !

Daha çok insanla kendimi ve görüşlerimi paylaşacağım da ne olacak ? So what .......dünyayı mı değiştireceğim ? Daha akıllı, zeki, mutlu mu olacağım ? Hayır !

İnsanlar  azla yetinmenin ve geride kalmanın anlamını bilemiyorlar, başkaları için yaşamak iliklerine işlemiş, kendi onay dinamikleri yok.......

Her şeyden öte, öğrenirken, öğretirken, yaşarken, yaşatırken eğlenmeyi unutuyorlar. Eğlenmez isem var olamam !  Uzun süre ciddi kalamam :)  Hayatı çok ciddiye almamı beklemeyin benden.  Belki de bu yüzden çok ciddi ortamlara gelemiyorum, bilgiyi, birikimi sunabilmek adına sözde yetişkinlerin dünyasında su koymadan, adeta tapılan idealleri yerine göre hafife alıp, inceden espri yapmadan duramam.......... böyle olunca da çıkıp kime ne anlatayım ?  Kendimle mutluyum, hep akıllı görünmek zor olmalı, deliyim dediğimde ne yaptığıma takılmıyorlar ve ben eğleniyorum. Deli olma hakkımı kullanıyorum.

Ve asıl güzel görevimi bir eğitimci olarak yapıyorum . Bir sonra ki nesile farklı olmayı, araştırmayı, her şeye inanmamayı öğretebilmek ve bunun sonuçlarını görmek benim için paha biçilmez. Ortaya bir şey atıyorum ve bir süre sonra biri çıkıp bunu araştırıyor, "size inanmamıştım, meğer doğruymuş" diyor......... Bir yetişkinden beklemedikleri cevapları aldıklarında yüzlerindeki şaşkınlığı seviyorum :) Kuralların yıkılabileceğini gösteriyorum......... e daha ne olsun !

Şu kısa ömürde, bana iyi deseniz ne, kötü deseniz ne................. Bülent Ortaçgil asıl söylemek istediklerim söylüyor nasıl olsa :)

Beni kategorize etme
Benle oynama (Oyna ve eğlenelim )
Yaftayı yapıştırıp
Bana isim koyma
Karikatürleştirme beni
İlahlaştırma
Tabulaştırma sakın
Tapulaştırma
Matematikleştirme beni
Çarpma, bölme
Toplama, çıkartma
Beni hesaplaştırma
Mekanikleştirma beni
Otomatikleştirme
Beni yarıştırma onla, bunla
Karşılaştırma
Sıkıştırıp tıkıştırma beni
Depolaştırma
Duygularım yok oldu
Yüreğimi nasırlaştırma
Beni demoralize etme
Depolitize etme
Her işten kaçar oldum
İllegalize etme
Ben seni öyle sevdim
Böyle mi sevdim?

26 Nisan 2015 Pazar

salak

Bu salağı bana övdüğüne ve ona kanıp, aşık olduğuna inanamıyorum.  Cidden sandığımdan daha güvensiz ve salakmış, üstelik sürekli eleştirdiği ve yazarına bok attığı kitaba hayranmış :)  OMG iyi ki bakmışım....... Suratında hep aynı ifade

21 Nisan 2015 Salı

Şair

Şairler, şiirler, yaşantıları, sevileri, hüzünleri........ çoğunluğu erkek.......kadınlara yazmışlar !  Edebiyatın ağırlıklı alıcısı kadınlar olunca, aşk şiirleri ölmüyor, bırakın ölmeyi kopyaları bile çıkıyor.  O şiirleri okurken kendimizden bir şeyler bulmayı seviyoruz.

Beni asıl ilgilendiren ise, uğruna şiirler yazılan kadınlar ne hissetti ?  Onlar için çok mu önemliydi bunlar. Bu durum onları mutlu ediyor muydu ?  Bunların çoğunu bilemiyoruz.  Şairlerin hayatları didikleniyor, aşkları öğreniliyor, mektupları ortaya dökülüyor ve şiirler kimlere yazılmış çözülüyor.

Sevdalanılan kadınlardan ne haber ?  Belki hiç sevmediler o adamları, gidecek yerleri yoktu, belki hastalıklı bir bağlanma vardı ve bırakamıyorlardı bu şairleri.  Biraz ünlü olduktan sonra diğer kadınların ilgisi kaçınılmaz olacaktır. Düşünsenize Nazım Hikmet çıkıyor karşınıza ve kadınlarına yazdığı şiirleri biliyorsunuz, hangi kadın olsa özenir. Asıl hedefi Nazım değildir, ona şiirler yazdırabilmektir.

Evet, böylesi güçlü duyguları olan adamlar muhtemelen ilk aşklarını güçlü kadınlara karşı hissettiler, kendilerini bir adım öteye taşıyabilecek kadınlara. İçlerindeki cevheri işleyebilecek, görebilecek kadınlara açtılar. Sonrası geldi.

İlk aşkla erkek oldu ve erkekliğini hissetti, duygularını döktü, daha verimli oldu. Artık sıra bu duyguları paylaşacak yeni deneyimlere geldi ve artık güçlü kadın yerine korunulası kadınlar seçildi. Kedi yavrusu gibi olanlar.........çünkü bu kadınlar  "o bensiz yaşayamaz, benim gücüme ve korumama ihtiyacı var" duygusunu uyandırdı erkekte.  Ve korunacak, şiir yazılacak yeni aşklar peşi sıra geldi.

Şairlerin aşkları anlatılırken kadınlardan bahsedildiği en belirgin nokta ise o şairden sonra hayatına başkasını alıp almadığı veya o aşk uğruna yaptığı fedakarlıklar. Öyle ya, adam kalkmış sana sayfalar dolusu şiir yazmış, sen kalk duygusuz bir öküze git, olacak iş mi ?  Peki ya öküz benim duygularımı daha iyi anlıyorsa, nihayetinde şair kendi duygularını yazıyor, benim ne hissettiğimi önemsemeden yazıyor..........bu kadını gerçekten anladığını göstermez !

Kadınların erkeği elde etmek için şiir yazmasına gerek yok diyenler var, haklı olabilirler. Peki şiir sadece sevda mıdır ?  Bu bağlamda bakarsak şiiri ve şairi basite indirgemiş oluyoruz.  Sanırım bu yüzden tek bir sevdaya adanmış şiirleri sevmiyorum.

Hem biz kadınlar o kadar çok konuşuyoruz ki, dizelere dökecek sözümüz kalmıyor :)


27 Mart 2015 Cuma

Orkidem

En anlamlı çiçeğimi aldım bugün ! Hiç solmasın.............Benden hiç bir beklentisi olmayanın "hadi artık bir an önce iyileş ve gel".................demesi dünyalara bedel, iyileşmez miyim ?  Bu duygu ve gözyaşları başka bir şey

25 Mart 2015 Çarşamba

Evlat

Ne kadar iyilik yaptığın veya iyi olduğun önemli değil, kendimi kötü hissetmemi sağladığın anlar aklımda kalır, insan doğası budur.................herif işi çözmüş, ben daha ona annelik taslıyorum !  Olay budur işte, iyilikler, fedakarlıklar  yerine attığın fırçalar hatırlanıyormuş !

22 Mart 2015 Pazar

Anonim

Ben
gerçeğin şiirini
 severim
güneşin kavurduğu
ayın karardığı
denizin boğduğu
sevdanın bittiği şiirleri

Kaşı hilal
dudağı kiraz
yanağı pembe
boyu selvi olmayanın
Yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyi

Dilinde yaşam olmayanın
sevdasında
yüreğinde
şiirinde aldatan dizelerini
 değil
gerçeğin şiirini severim
ben

Bunun altına ünlü bir şair ismi seçin ve facebook vb ortalarda paylaşın, bakın nasıl inanacaklar

Can Yücel iyi fikir :)

20 Mart 2015 Cuma

Sabah

Sabahlar uzak bu sevda yasak bana !  Dün gecenin sabahı çok uzak geldi, hiç olmayacak sandım. Sırtıma bıçaklar saplandı ve daha önce hiç böyle ağrı, acı hissetmedim. Ciğerim yanıyor derler ya, işte öyle yandı.................Şimdi daha iyiyim. O ağrılar içinde ben ne yaptım, arkadaşıma maç skoru tahmini yaptım ya, kalktım ona baktım :)  Evet tam dediğim gibi 3 -1........ ben manyağım!

 İğne iyi geldi........ kendime acımak da istemiyorum, hastalık hali.........bu da geçecek.................neler neler geçmedi ki ......... her şey ne kadar boş ve anlamsız, tek güzel şey, oğlumun sıktığı portakal suyuydu.................... Bir de güneş tutulmuş bugün !

15 Mart 2015 Pazar

Ne güzel demiş

faydası olmayan bahardan,yazdan
yüce dağ başının kışı makbuldür.
cahilin yaptığı sohbetten,sözden
âlimin hayâli,düşü makbuldür.

lokma yeme muhannetin elinden,
kurtulamazsın acı dilinden,
namerdlerin kaymağından,balından,
merdin kuru-yavan aşı makbuldür.

hüdai söyler incecikden,
ehl-i hâl olmayan,ne bilir hâlden?
bilgisiz,duygusuz,anlayışsız kuldan,
ölülerin mezar taşı makbuldür.

Mahmud Hüdayi 

11 Mart 2015 Çarşamba

Tamam

Her şeye eyvallah, hepsi kabulüm..........insan onca zaman kandırılmış olmayı hazmedemiyor !  Ne gerek vardı, onca yalana ve rol yapmaya, kimse kafana silah dayamadı..........

7 Mart 2015 Cumartesi

Burası boş

Adem oğlu'nun çıkarabileceği sesler belli, bu seslere göre çeşitli alfabeler, diller var ve hala anlaşabilmek ciddi problem. Teknoloji ilerliyor, uzaklar yakın oluyor, yine de anlaşamıyoruz :) Karşımızdakini dinlemek yerine, söyleyecek sözlerimize odaklanıp, lafını bitirse de, ben konuşsam diyoruz........hep kendimizi anlatma, ifade etme derdindeyiz........bazen düşünüyorum, anlasa ne olacak, anlamasa !  Anladığını düşünüyorsun, bir süre sonra kendi yargıları, yaşadıkları senin anlattıklarını farklı yorumlatıyor. Çok konuşuyoruz çokkkkkkk !

Bu karmaşada, bir de karşı cinsi anlama sıkıntısı çıkıyor ortaya, ne kadınlar erkekleri, ne de erkekler kadınları anlayamıyor......kitaplar, filozoflar, şiirler, şarkılar.........yine de anlaşılan taraf yok :) iki taraf da birbirinden şikayetçi. Kadın ve erkeğin düşünce şekli farklı, biz kadınlar çok detaycıyız. Bazen arkadaşlarımı dinlerken bunu daha iyi anlıyorum. Ne olmadık şeyleri takıyorlar kafalarına ve durduk yere sıkıntı yaşayıp, yaşatıyorlar. Ben de yapmışımdır mutlaka :)

Artık başkasını anlamaya çalışmıyorum bile, vardır bir bildiği diyerek, yargısız, çözüm önermeksizin dinliyorum. Herkesin aklı kendine, ne demeye ukalalık yapıp, akıl vereceğim, hoş versem de, eni sonu bildiğini okuyacak :)

Erkeklerin ve/veya kadınların anlaşılmaz olduğunu düşünmüyorum, yani olay cinsiyetsiz ve erkekler biz kadınların sandığından daha duygusal.  Erkek şairler daha fazladır, bizler "dır dır" eder dururuz
 onlar ise dizeleriyle içlerini döküyorlar.

Dün akşam bunun çok güzel bir örneğini yaşadım. Yıllardır tanıdığım bir arkadaşım aniden dökülüverdi. Hani görünüşüne baksanız asla duygusal biri demezsiniz. Aksine son derece bıçkın ve maço görünür. Hatta yemeğin başlarında bu tavrıyla bizi çok eğlendirdi.......Ve birden aynı benim yaptığım gibi gerçek duygularını ingilizce anlatmaya başladı..........bu ilginç bir durum ! Bize özel olduğunu sanmıyorum, Türkçe de söyleyemediklerimizi başka bir dilde çok rahatça söyleyebilmek, kendine yabancılaşmak mı, yoksa bir tür utangaçlık mı bilemiyorum. Anlattı ve İngilizce'de karşılığını bulamadığından mı veya duygu yoğunluğundan mı kestiremediğim bir şekilde ana dilimize döndü........

"Ben onu göğsüme alır uyurdum, tam şurama bastırırdım, ailem onaylamadığı için evlenmedim. Zaten ilkinde çuvallamışım, bu sefer onlara kulak verdim.........Ahh be dostum dedi, kimseyi onun gibi yüreğime bastıramıyorum, burası boş kaldı !!  Hani erkekler duyarsızdı...........değiller, anlatamıyorlar, yok sayıyorlar, unutmuş gibi yapıyorlar ve akıllarında, yüreklerinde kalanlar işte böyle apansızın dökülüveriyor ve bazen sımsıkı sarılmak istediklerinin yerine başka bedenlere dokunuyorlar................



28 Şubat 2015 Cumartesi

Yürek

Yüreğimize dokunan insanları neden kolay affedebiliyoruz veya yüreklerindeki samimiyeti gördüklerimizi ?  Sanırım bütün iş yürekte !

21 Şubat 2015 Cumartesi

Acı

Acımın beni acıtmasına izin vermiyorum, çünkü ben acı değilim !

26 Ocak 2015 Pazartesi

Kendini bilmezlik

İnternette AKP seçmenini, yobazları ve size göre cahilleri  eleştirirken kullandığınız havalı bir terim var. Dunning-Kruger Etkisi veya sendorumu. Efendim özetle, cahil cesareti, lakin bu cahil, bilgisizliğinin farkında değil, biliyormuş gibi yapıyor ve kendini çok beğeniyor, öte yanda akıllı ve bilgili insanlar, kendilerini yetersiz görebiliyor.

Bu olgu internet ortamında öylesine yaygın ki, herkes bir diğerini bu sendromdan muzdarip görüyor. Peki facebook, instagram denilen mekanlarda saçma sapan şeyleri, zilgir zibidi işlerinin hepsini beğenerek siz de çanak tutmuyor musunuz ?

Öyle bir resim ki, inanılmaz kötü, resimdekiler bildiğin çirkin, hep aynı bildik boynu bükülü pozlar, yaratıcılıktan eser yok, birbirinin kopyası resimler, zevksiz, özensiz sofralar, içerik noksanı, pazarlama ürünü kitaplar...........daha çok sayılabilir !

Ve beğeni sayısı inanılmaz !  Şikayet etmeyin şimdi bu "kendini bilmezlik" modasından. Önünüze konulan her şeyi beğenirseniz, pompalamaya devam edersiniz !

16 Ocak 2015 Cuma

Şiir ve veda


BEN ÖLÜRSEM AKŞAMÜSTÜ ÖLÜRÜM 


   Ben ölürsem akşamüstü ölürüm  
   Şehre simsiyah bir kar yağar  
   Yollar kalbimle örtülür  
   Parmaklarımın arasından   
   Gecenin geldiğini görürüm 



   Ben ölürsem akşamüstü ölürüm  
   Çocuklar sinemaya gider  
   Yüzümü bir çiçeğe gömüp  
   Ağlamak gibi isterim  
   Derinden bir tren geçer 


   Ben ölürsem akşamüstü ölürüm  
   Alıp başımı gitmek isterim  
   Bir akşam bir kente girerim  
   Kayısı ağaçları arasından  
   Gidip denize bakarım  
   Bir tiyatro seyrederim 



   Ben ölürsem akşamüstü ölürüm  
   Uzaktan bir bulut geçer  
   Karanlık bir çocukluk bulutu  
   Gerçeküstücü bir ressam  
   Dünyayı değiştirmeye başlar  
   Kuş sesleri, haykırışlar  
   Denizin ve kırların  
   Rengi birbirine karışır 



   Sana bir şiir getiririm  
   Sözler rüyamdan fışkırır  
   Dünya bölümlere ayrılır  
   Birinde bir pazar sabahı  
   Birinde bir gökyüzü  
   Birinde sararmış yapraklar  
   Birinde bir adam  
   Her şeye yeniden başlar 


                              (1972)  
  
   

            Ataol BEHRAMOĞLU

15 Ocak 2015 Perşembe

CBE

Eskiden resmine her baktığımda içim titrer, gülümserdim. Kızgınlıklarım, kırgınlıklarım olmadı değil....... hepsini hoş görecek bir bahane buldum.....oysa artık o kadar anlamsızsın ki, demincek merak ettim ve baktım..........sıradan birine bakar gibi !

Anlayamadıklarım I

Yaşama, yaşayanlara, insana dair her şey beni çekse de, bazı davranışları anlamak cidden güç. Özellikle bu davranışlar kişilerin savundukları ile ters düşünce.

Mağdur olanları, mağduru oynayanları neden severiz ?  Neden korumaya kalkarız ?  Neden böyle insanlar durumlarını kullanırlar ? Ve neden suçu hep başkalarında ararlar !

Son dönemde gözlemlediğim davranışlardan birisi de bu. Eğitim düzeyi ne olursa olsun insanların acıma duygularını harekete geçirecek şekilde davrandığınızda, bu problemi neden yaşadığınızı sorgulayan olmuyor. Çünkü sorguladığınızda, karşınızdakinin mağduriyetine kendi hatasının yol açtığını görebiliyorsunuz, bunu ifade ettiğinizde ise, acımasız ve kalpsiz damgasını yemeniz mümkün.

Çünkü onlar öyle bir rol yeteneğine sahip ki, durumlarını öylesine ustalıkla kullanıyor ki, hassas olan onlar, gerçeği söyleyen siz ise öküz oluveriyorsunuz !

Böylece  "doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" gibi bencileyin saçma atasözlerinden birinin saçmalığı daha da belirginleşiyor.



14 Ocak 2015 Çarşamba

Umfundisi

Güney Afrika'da kullanılan yerel dillerden birinde "umfundisi" efendi, sahip demek ! Yıllar önce okuduğum bir kitaptan aklımda kalan en belirgin kelime !

Yaşamda ne çok efendiler ve sahipleriniz var, sorguladınız mı ? Benim yok diyebilirsiniz, peki kendinizi ait hissettiğiniz, ideolojiler, dinler, görüşler ve insanlar efendiniz, sahibiniz olmuyor mu ?

Bana göre oluyor. Maslow'u ve ihtiyaçlar hiyerarşisini bilmeyen pek yoktur. Fizyolojik ve güvenlik gereksinmelerinizi tamamladığınızda bir yere, birilerine ait olma ihtiyacınız beliriverir.

Bu anda ya birileri size yanaşır veya siz gidersiniz, bazılarını ise seçme şansınız bile yoktur, mecbur kalırsınız oraya ait olmaya. Doğuştan gelen bir duygudur ve köleliğe götürür. Ait olmak istediğimiz konum güçtür, yerine göre koruyucudur, yerine göre sığınılacak limandır. Kendimizi buna göre tanımlamaya başlayıveririz.

Türküm, müslümanım, hristiyanım, varlıklıyım, ateistim, sağcıyım, solcuyum, liberalim, Atatürkçüyüm, kadınım, erkeğim, fakirim, spiritüelim, skeptiğim........liste uzar gider.

Etiketleri belirleyip, bağlılığı arttırdıkça, özgürlük ve özgünlük yok oluyor. Kendinizi yaftaladınız ve bunu her şekilde beyan ettiniz, artık etiketinizi, aidiyet noktanızı eleştirmek zordur. Dininize karşı aidiyet duygunuz  baskın ise, farklı gözle bakamaz, bakanları ise anlayamazsınız. O artık sizin efendiniz oldu !  Tam tersine varlığınızı ve aitliğinizi ateizm belirliyor ise tanrının yerine tanrısızlığı koydunuz.

Yaşam boyu bu efendileri çoğaltmak elimizde, ne kadar çok efendi, o kadar çok bağımlı köle.

Bence özgürlük beyinde, "state of mind" yani. Birilerine ait olmak zorunda değiliz, hatta cinsel kimliğimize bile, ben kadınım, sen erkeksin ve belirlenen kalıplar içinde davranmalıyız dediğimizde bile kendimiz olmaktan uzaklaşıyoruz. Üstelik bu kalıpları belirleyip, sonra üstesinden gelme mücadelesi veriyoruz. Bir insan olarak ne yapmak istiyorsanız yapın. Erkek mutlak güçlü, kadın ise sadece doğurgan  değil, kaldı ki, üremek ortaklaşa bir eylem :)  bırakın isterse anne olsun, isterse olmasın. Bazı kadınların kendilerini sadece anne olarak tanımlamaları ise bambaşka bir aidiyet tabiki.

Aidiyetin getirdiği fanatizm ise en beteri, sonuçlar ortada, cinayetler, kavgalar, acılar !  Sözün özü ait olacağım diye efendi yaratır, kendinizi onda bulur iseniz kölelik kaçınılmazdır !