31 Aralık 2013 Salı

Hoşgeldin

Belki bir oyun, belki kapitalizmin uydurduğu bir şey, belki inanmayı seçtiğimiz hiç şey doğru değil, belki her şey, hepimiz, yaşam ve yaşanılanlar sadece bir ilüzyondan ibaret............olsun ne çıkar, bugün herkes birbirine mutluluk dileyebiliyor..........bu bile yeter :)

Gönülden geçip  dile gelmeyenleri, dile gelip inanılamayanları bile beraberinde getirsin :) 


29 Aralık 2013 Pazar

Öbür Taraf

Gündemi bilmeyen kalmadı, dağdaki çoban bile soğukta aç kalan kurtlardan korkmasa twit atacak veya facebookda yolsuzluk, hırsızlık yazılarında beğeni tıklayacak, bunu yapabildiği an kuzu postundaki kurtların devri bitmiş olabilir veya ümitlerimiz artabilir.

 Olayları düşündüğümde dilimizin esnekliğinden dolayı, "yol" kökünden türettiğimiz kelimeler ya yeterince açıklayıcı gelmiyor, ya da kifayetsiz kalıyor.  Yolsuz kaldım, yollu kadın, yolsuzluk........gibi,  Oysa yollu dediğimiz kadınlar bile, yolsuz kalınca, yolsuzluk yapmıyor ! İşini yapıyor o kadar.

 Gündemde  daha düne kadar kızlı-erkekli eylemler, namus cinayetleri, kadınların kullanılması, satılması, kapatılması, türban  var iken,  bunları yapan/ ortaya atan zihniyetin ardındaki iktidarsızlığı bırakın dile getiren, buna yanaşan bile yok denecek kadar az. 

Şimdi ise gizlenmeye çalışılan hırsızlık var. 

Yolsuzluk demek hafif kalıyor, bildiğin hırsızlık işte.

Bizler ise oyalanıyoruz. Hak, hukuk, devlet, demokrasi, insan hakları, özgürlük diyerek feryat ediyoruz. Mürekkep yalamış tayfa bunları öne sürerek çözüm aramaya çalışıyor. Öte taraf din, iman, bilumum dua, beddua, cami, cemaat söylemleriyle oyalanıyor.  

Dış mihraklar ise işi gücü bıraktı bizi parmaklamaya devam ediyor.


Maalesef  geriye kalan mutlu çoğunluk ise ;
  Firar etmekten vazgeçen Acun, halkı uyutma işine soyunduğundan beri, yeteneklerini gösterek survive etmeye çalışıyor, gerçek hayatta yaşayamadığı aşkları dizi karakterlerinde arayıp, sabah temizlik yaptığı eve giderken bindiği otobüsü 4X4 sanıyor.  Uyutulduğunun farkına varıp mutsuz olmak yerine, cehaletin mutluluğunu yaşamayı tercih ediyor.

  Okumuş tayfa kendini oyaladığı "demokrasi, özgürlük, eşitlik" söylemlerini bunlara anlatmaya  kalkışınca, diğer tarafın oyalandığı "din, iman" devreye giriyor. Genellikle verilen yanıt şu oluyor " bu dünya bir sınav, öbür tarafı da var"...........neyin öbür tarafı kardeşim ? Ya öbür tarafta da onlar villarında yaşarken sen hala hizmetçi olacaksan ? Hala onlara özeneceksen......... o zaman ne olacak ? Görmüyor musun "sınava girmek hep senin payına düşüyor, senin çocuğun dershanedeyken, ötekiler kendini üzmeden en düşük puanla bile özel üniversiteye giriyor. Bu dünyada sınavsız üniversite istiyorsun da, öte yana gelince mi sınav geliyor aklına ? 

Velhasılı kelam, artık hiç bir şeye inancım kalmadı..........En iyi öbür tarafa gidip, nurileri karşıma dizip, şarabın en hasını içip eğlenesim var, giderken yanıma akıllı telefon veya ipad almalıyım, cennet cehennem sorgusu bilmediğim bir dilde olursa en azından google translate kullanırım.

23 Aralık 2013 Pazartesi

Dönmek

Dönmek, döneklik, dönüş ve aynı kökten türemiş başka kelimeler de mümkün, benim takıntım ise döneklik. Kendimi bildim bileli etrafımda hep okuyan, tartışan insanlar oldu. Ben ise onların tartışmalarını anlamlandırmaya çalışarak büyüdüm. Şimdiki gibi internet olmayınca yanıtları bulana kadar ne çok şey dinledim . Belki sorsam biri anlatırdı, bunu da akıl edemedim.

Döneklik, köşe yazarlarına, politikacılara ithaf edilen bir kavramdı dinlediklerim arasında. Nereden, nereye dönerdi bu adamlar, dinleye dinleye çözdüm olayı ; bizimkilerle aynı fikri paylaşırken birden karşı tarafa hak verdiklerinde dönek oluyorlardı. O zamanlar bilemezdim işin içine para, pul girdiğini, belki bizimkiler de bilmezdi, biliyor olsalar muhtemelen dönek değil satılık derlerdi. 

Kendimce dönekliği çözmüşken 9. sınıfta ingilizce kitabımda bir yazı ile çözemediğimi anladım. "Zeki insanlar esnek olurlar, hiç bir şeye körü körüne bağlanmazlar, sorgulamayı bilirler, farklı düşüncelere ve eleştiriye açık olurlar." Buyur bakalım, yıllarca düşüncesini değiştirene dönek denilmiş, dışlanmış ve benim okuduğum dış mihrak kitabı "insan değişebilir, tutuculuk gereksiz" diyor........Al  kafa yoracak bir şey daha :)

Uzatmanın anlamı yok, geldik bu günlere. Dün kefen giyinip başbakana akıllarınca destek olanları ve onlar hakkında atılan twittleri görünce tekrar aklıma geldi. Gereksiz bir abartı ve şuursuzluk olduğunu kabul ediyorum.

 Peki onca yıl oy verdiğiniz, desteklediğiniz, inandığınız bir politikacıyı, fikri birden bire değiştirebilmek kolay mı ? Ateistim diyen birini  2 - 3 gün konuşmayla dindar yapabilir miyiz ?  Farz edin yaptık, çevresi ona ne diyecek, dönek, korkak, satılmış demezler mi ?  Diyeceğim şu, AKP'ye oy vermiş insanların bir kısmına, rüşvet, soygun veya başka bir yolsuzlukla ilgili istediğiniz görsel kanıtı gösterin ama birden bire bunlara inanmalarını beklemeyin. İnanmış olmak kendini inkar etmek demek, neler yapılmış olduğu değil, nasıl oldu da bunan inandım demek zor.  Kolayına kaçıp hazırda bekleyen İsrail ve ABD'yi suçlamak dururken, kandırılmışım demeyi seçmeyecekler. Çünkü kandırılmışım demek çok zor.........

22 Aralık 2013 Pazar

Karanlık Pazar

Park hikayemi okuyan bir arkadaşım sordu :  Sen misin o kadın diye, kesinlikle ben değilim, ne  o kadar yürekli olabildim, ne de öyle bir erkekle karşılaştım. Dinlerken çok özendim o kadar:)  

Bugün evi toparladım, bazı eşyaların yerini değiştirdim, ne çok şey biriktirmişim, atmaya kıyamamışım, çoğunu attım............. yüklerden kurtulmak gibiydi ferahladım. 

Kırgınım, kırılganım.........yarın daha güzel olmak zorunda :)

20 Aralık 2013 Cuma

Park hikayem


Umulmadık bir şekilde karşıma çıkan güzel kadın, nasıl olduğunu kendisi bile anlamadan içini döktü. O'nu anlattı, hatalarını, pişmanlığını, sevdasını, özlemini, her gün onu düşünerek uyandığını ve ona  yazdığını. Sevgisi öylesine derindi ki, ayrılığın üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen, kimseyi hayatına sokmamıştı.

Kimi zaman gizlice, kimi zaman alenen takip ettiği adamını, hikayelerini uzun uzun dinledim . Yorum yapmama bile fırsat bırakmadan anlattı. Sona yaklaşırken sordum "onu bu kadar özel kılan ne ?" 

Yürekli adam............dedi.  

Yaşamından sadece bir kesitini dinleyebildiğim kadın da yürekliydi bence.....Çoğu inancın yozlaştığı, kolay tüketildiği, yalanın, güvensizliğin kol gezdiği, sanalın gerçeğe karıştığı ortamlar olsa bile "adam yürekli " ise kadın aldatmayı kafasından bile geçiremiyordu . 
 Cesaret arayan aslanlar, yüreksiz tenekeler ve beyinsiz korkuluklar arasında kime inanacağımızı şaşırmışken keşke biraz daha sohbet edebilseydik ve  anlatsaydı "yürekli adam" nasıl olurmuş.

Güvenmek

16 Kasım akşamından başlayarak bugüne kadar güvendiğim üç kişinin hiç de öyle olmadıklarını anladım, anlamak ötesi yaşayarak gördüm..........Üzücü

Hele bir tanesi vardı ki, hep güvenebilirim sanırdım. Değilmiş ! Güvenmeyi seçtiğim için ben mi salağım, beni kaybettikleri için kazanan onlar mı ? Bilmiyorum.............Tek bildiğim ise hala insanlara güvenecek olmam .

17 Aralık 2013 Salı

Hayır


                       Anlayamadığım insanların başında gelenler

                        1. HAYIR diyemiyorum diyenler....

                            De güzelim, de bir tanem, hayır demek iyidir,  HAYIR diyemiyorum derken aslen karşındakini keriz yerine koyuyorsun, ona hoş görünmeye çalışıp, kendine yapamayacağın kötülüğü ona yapıyorsun, katlanıyorsun karşındakine ! Oysa hayır desen, o da anlayacak seni, ona göre ayarlayacak kendini..........HAYIR diyemeyen sen MAĞDUR'u oynamayı seviyorsun, beklentilerin yerine gelmeyince "gözyaşları içinde bütün bunlar ince düşünüp, hayır diyemediğim için başıma geliyor" nakaratını tekrarlıyorsun . Yemezler güzelim, işine gelince nasıl da diyebiliyorsun :)  

                        2. DEĞİŞEMEM, BEN BÖYLEYİM CİLER..........

                            Bunlara psikologlar ne der bilemem, astrologlar eminim burcuna bakıp sabit fikirli gibi yorumlar yapabilirler, yüz kişiye sorup zaman kaybetmeye gerek yok. Bu durum da bir tür karşındakini kullanma gibi geliyor bana . Bu tür kişiliklerin kullanma kılavuzlarını iyi okumak lazım. En sık kurdukları cümle : Elimde değil yapamıyorum" dur. Yapamazsan tabiki elinde olmaz. Sen böylesin diye seni çekmek zorunda değil hiç kimse, hele bu durum ilişkilerine, sağlığına zarar veriyorsa, ya sen perişan olursun ya da seninle geçinmek zorunda kalan.  Her insan değişebilir, illa kişiliğin değişmesi değil, bakış açını genişletebilirsin, empati denen şeyi daha iyi kullanmayı öğrenebilirsin, yılan gibi tüm derinden kurtulmak yerine sivri uçlarını törpüleyebilirsin, yok yapamayacak isen kalkıp "elimde değil " diyerek ağlanmayı kes lütfen. Çarparım suratına bi tane gör bak nasıl değişiyorsun :)

                       3 . HER ŞEYİ ÇOK BİLENLER

                            Ben de böyleydim, hala da izlerini silebilmiş değilim, her şeye atlayan, her konuda bilgisi olan ve hep konuşanlar.........Tanrım ne kadar çekilmezmişim ! Bu halim gibi bir kaç kişiyi gözlemleyince susmayı tercih eder oldum, ne kadar itici bir durum :)  car car konuşan, işin aslını ve diğer şartları bilmeden yorum yapan ve yargılayan.  Ota boka  kusur bulup, bir tek kendini haklı gören.........Oysa dinlemek ne keyifli, hele konuyu iyi bilen birinden, sus ve dinle...........


16 Aralık 2013 Pazartesi

Bildiremedim

Benim için çok özel bir kitabın başındaki  şiiri kimin yazdığını asla bilemeyeceğim ! Sanırım eski sahibine yazılmış :)  

May your life be a poem,
And you the poet
May you write the best poem
And live it in full
May you be happy
Like  a child with a toy
Like me, when I am with you...............

July 17,  Bleecker street 


Bu kitabı kaybettiğimi sanıp çok üzülmüştüm, meğer kaybederim korkusuyla çok iyi saklamışım, bu sabah buldum, belki sonra gerçekten kaybederim, en azından şiiri burada kalsın :) 



13 Aralık 2013 Cuma

Alt yazı


Aman tanrım sevindiği şeye bak :
            -  Dün yolda üniversiteden  arkadaşım Simge'ye rastladım, oturup birer kahve içtik, laf dönüp dolaşıp neler yaptığımıza, evliliklere geldi, o henüz evlenmemiş, benim boşandığımı duyunca " yapma ya, oysa sen tam evlenilecek adamdın"  dedi

               Şaşkınlıkla suratına baktım :
            - Buna sevindin yani, desene o zamanlar sıkıcı biriymişsin :)  Kız sana bunları söylerken alt yazıda şunlar geçiyordu " oysa sen sıkıcı adamın tekiydin, eğlenmelik, aşık olmalık değil, sadece evlenmelik"

             - Evlenilecek adam veya kadın mı olurmuş, böyle şeylere inanmayın. Sana evlenilecek yaftası yapıştırırken kendisi eğleniyor, eğlenmekten sıkılınca da evleniyor :)  Kızlar da şikayetçi, ortada evlenilecek adam mı var ?  Bunun alt yazısı ise sohbet esnasında dalga geçtiğiniz evlilik programlarında dile getirilen ev, araba, meslek, maaş gibi veriler. Oradakiler hiç olmazsa açıkça söylüyor. Evlenilecek erkek mi, kadın mı var diyenler ise bu alt yazıları saklayarak kendilerince işe daha anlamlı, duygusal ifadeler katıyorlar.  

              - Evlenilecek adam veya kadın yok, sevginiz var, ne istediğinizi bilmeniz var, evliliğe hazır olup olmamanız var, aynı yastığa baş koymaya, paylaşmaya isteğiniz var............

               Ben bunlardan bahsederken birisi kalkıp  "yanlış insanla evli olmanın yalnızlığından " bahsetti. Onu mu dinlemeli yoksa Özdemir Asaf'ın bencileyin muhteşem dizelerine mi ? Karar sizin.

Yalnızlık Paylaşılmaz
Yalnızlık, yaşamda bir an, 
Hep yeniden başlayan.. 
Dışından anlaşılmaz. 

Ya da kocaman bir yalan, 
Kovdukça kovalayan.. 
Paylaşılmaz. 

Bir düşün'de beni sana ayıran 
Yalnızlık paylaşılmaz 
Paylaşılsa yalnızlık olmaz.

 
                                                        




     

12 Aralık 2013 Perşembe

YAĞMUR KESİLDİ KORKMAYIN

Kimin  söylediği, yaptığı veya koyduğunu bilemediğimiz kalıplar, kurallar  yaşadıklarımızı, hayatımızı ne de çok etkiliyor.  Bunlara dirensek de, hatalı olduklarını bilsek de bir gün ya tuzaklarına düşüyor, ya da tekrarlıyoruz, kısır  döngü adeta.

Ve her gün yeni bir kuralla tanışıyoruz , her yeni gelişme, yaşanan her yeni deneyim beraberinde kendi sınırlarını getiriyor ve bu sınırları zorlarken başka kapılara çıkıyoruz. 

Genlerimize kadar yerleşenleri değiştirmek zor olsa da, sorgulayarak, düşünerek bunları değiştirecek nesiller mutlaka olacaktır. Gelişmiş ve bilime önem veren toplumlarda daha kolay sanırım, biz de ise bir kaç nesil tüketmek gerekiyor.

Kurallar ve  yargılara  takıntımlıyımdır .Tesadüfen izlediğim bir belgeselle yeniden ortaya çıktı, oysa kendi kendime "bırak bu işlere kafa yormayı, sürüye takıl git dememe rağmen" 

Konu mormonlarda çok eşlilik. Onlara göre son derece normal,  kız çocuklarını buna göre yetiştiriyorlar, hatta evleneceği erkeğin kaçıncı eşi olmak istediğini bile belirtebiliyor. Baba ve kızı arasında geçen konuşma:

                Baba - Kaçıncı eş olmak istersin
                 Kız  - İlk eş olmak iyi, yuvayı sen kuruyorsun, fakat sorumluluğu fazla, 2. veya sonrası olabilir
Baba ve kız bu konuşmayı yaptığında kız 18 yaşını doldurmuş olmalıymış.

Kızlar kendi aralarında konuşurken bile bu tür evliliğe sıcak bakabiliyorlar, çocuğum olmazsa diğer eşin çocuklarını severim diyebiliyor. Erkek paylaşılan biri değil, onlara bakan, koruyan ve evlilik kurumunu devam ettirmesi gereken kişi.  Bir diğer kadın ise "bu tür evlilikte aşktan bahsedemezsiniz, aşk mülkiyet demektir, biz toplumu devam ettirmeliyiz" diyebiliyor. Bu arada hepsi olmasa bile evliliklerin bir kısmı bizdeki görücü usulü benzeri, din adamlarından oluşan bir konsey çiftleri belirleyebiliyor.

Azınlık oldukları için bu uygulamayı devam ettirmek zorunda olduklarını  içten içe bilmelerine rağmen dile getiremediklerini düşünmeden edemedim. 

Şimdi gelelim bizdeki evliliklere. Boşanma arttı deniliyor, nüfus oranına vurursak artmamış olabilir, istatistiklere bakmak lazım.  Boşanma nedenlerinde sanırım ilk sırayı aldatmalar almaya başladı, aldatmak artık erkeklere özgü değil --- bu da değişmeye başlayan bir yargı aslında--- kadın da aldatıyor, kadın aldattıkça erkek yalnızlaşıyor,  gücünü kaybediyor........vazgeçilmez olmadığını anlıyor.

Bir toplumun hoş görüyle karşıladığı çok eşlilik bir başka toplumda nelere mal olabiliyor !  Cinayetler, namus korumalar, intiharlar.........kocam beni aldatıyor diye TV programlarındaki evlilik terapistlerini arayan isimsiz kadınlar......çünkü öyle öğretildik...........erkeğini ve kadınını paylaşma denildi..............seven insan kıskanır denildi.............sevmek  sahip olmaktır......... erkeğin elinin kiridir.................adamın ekmeğini yiyip ayağına dolanma denildi......... Bunların hepsini birileri beynimize kazıdı ! 

Öte yandan merak etmeden duramıyorum acaba mormon erkekleri  aldattığında ne düşünürler veya çok eşlilik dediğimizde kadınların birden çok erkekle evlenmesine izin veren ve bunu kural haline getiren toplumlar da var mı ? Olsa bile sanırım Afrika'da yağmur ormanları arasında bir vadide kaldılar, yağmurdan dışarı çıkamıyorlar. 



7 Aralık 2013 Cumartesi

Öteki Yarım

Bugün erkek ve kadın arasındaki farkları anlatan bilimsel bir yazı okudum, yeni bir şey görebilmek ümidiyle, yanılmışım hep bildik şeyler, beyin yapımız, sinirlerin bağlantısı vb. Bunları duymaktan, okumaktan sıkılmaya başladığımı anladım, kadın ve erkek eşit midir, Venüs ve Mars'tan yolu şaşıp buraya düşmüş İsa ve Hava mıdır, eğer oradan geldilerse cennetten kovulma hikayesi kutsal  kitaplarda neyi açıklar....daha bir sürü soru üretilebilir.

 Birbirimizden  bu kadar farklıysak  eşit olmak zorunda değiliz . Elma ve armudun aslen meyve olup matematik problemlerinde toplanamayacağı gibi, bizler de aslen insan olmalı, sonrasında birleşmeye, toplanmaya, ayrılmaya karar verebilmeliyiz.  Toplumda eşit imkanlara sahip olmayışımız da belki doğuştan itibaren bu ayrıma maruz kalmamızdan olabilir.   Giydirilen roller, beklentiler, dayatmalar istediğimiz zaman cinsiyetimizi savunmaya iterken, istediğimizde "ah vah eziliyorum" deme noktasına getiriyor.


Feminizm gerekli olsa da ben feminist olamadım, burada biraz kadınların da ikiyüzlülüğü var, erkeğimizden  bize yardımcı olmasını beklerken, erkek çocuklarımızı eşine yardımcı olacak şekilde yetiştirmiyoruz, bırak eşine yardımcı olmayı öyle bir hale geldi ki, kendine yetecek kadar bile sorumluluk vermiyoruz.  Buna abartılmış erkekliği de ilave edersek erkek soyu yandı gitti.  Hem  erkeksin ağlamayacaksın, erkeksin koruyacaksın, erkeksin çalışacaksın, erkeksin başarılı olacaksın ve en beteri erkeksin kıskanıp, kadınının namusunu koruyacaksın, yemişim böyle erkekliği.  Bu erkekleri  kadınlar yetiştiriyor, sonrasında gelinle kanka olmak yerine düşman oluveriyorlar, çünkü erkek, evlat iken kıymetli, koca iken kıymetsiz.......Erkek evlat  bir kadının hayat boyu karşılıksız sevebileceği ve sevgisinden emin olabileceği tek karşı cins aslında, "diğerlerinin hepsi beni aldatabilir, gidebilir" oysa oğlum bana ait.........Onu da evlendirip kaptırdın mı, kalıveriyorsun, işte bu yüzden bizdeyken el bebek, gül bebek, öteki kadına gidince yardım ederse kılıbık :)  Nihayetinde hep öteki kadın var :)


Kız çocuklarını ise ev işlerinde ücretsiz yardımcı gibi görmek pek hoşumuza gidiyor, kızımızın yaptığı ilk yemekle övünmek gibi, ona düşen bir yandan okuyup, meslek sahibi olsun, ekonomik özgürlük savaşçısı haline gelsin, sonra da ev işlerinde yeteneğini konuştursun. Yok böyle bir şey :) Şunu diyen bir anneye hiç rastlamadım "kızım sevdiceğini bulduğun zaman, ona zaman ayır, kalbine giden yol mideye uğrasa da, mideyi yöneten beyindir, erkeğini anlamaya çalış, biraz cilveli ol" . Veya oğluna "canım oğlum, sevgiline şiirler yaz, kitap oku, sevgini belli et, sıkıca sarıl, ben senin yanındayım de"..........Bunların hiç birini yapma, kızın veya oğlun mutsuz olunca suçu karşıdakinde ara........


İlişkiler konusunda ise kadınlar erkeklerden bir kaç adım önde. Yetişkin erkek ve kadınlar  bir araya geldiklerinde sohbet konuları az çok bellidir. Kızlar annelerinin, öteki kadın hikayelerini dinleyerek büyürler, çünkü bizler severiz bu konuları konuşmayı ve hepimizin deneyimleri mutlaka vardır, bu hikayeleri dinleyen kız çocukları, babasıyla sohbeti spor, okul, iş vb konulardan öteye geçmeyen erkek çocuklardan daha donanımlı başlar ilişkilerine. Oysa garibim erkek bu hikayeleri duymamıştır, yaşayarak öğrenir.


 İnsanlığın devamı için birbirine ihtiyacı olanlarız diyebilsek, önce insan, sonra kadın ve erkek olsak daha mutlu oluruz. Kadına şiddet değil, şiddetin kendine lanet okuruz, bence erkeğe de şiddet var, illa darp etmek değil, istendiğinde sözlerimiz, tavrımızla da  perişan ederiz karşı cinsi.


Cinsiyetsiz olabilsek, kadını öne çıkaran günlere bile gerek kalmayacak. İşçi bayramı varken, çalışan kadın gününü hiç anlayamıyorum açıkçası :)  


Halil Cibran'dan 

Almitra sözü aldı ve sordu 
- Peki üstat; evlilik nedir? 
Cevap şöyle geldi 
- Siz birliktelik için doğmuşsunuz. Ölüm meleğinin beyaz kanatları sizi ayırana kadar ayrılmayacaksınız. 
Allah'ın sessiz tanıklığında bile beraber olacaksınız. 
Ama birlikteliğinizde mesafeler bırakın; 
Bırakın ki... 
Cennetin rüzgârları aranızda dans edebilsin... 
Birbirinizi sevin ama, aşk tutsaklığı istemeyin...
Bırakın aşk, ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun...
Birbirinizin bardağını doldurun ama aynı bardaktan içmeyin; 
Ekmeğinizden verin birbirinize ama aynı somundan ısırmayın...
Birlikte şarkı söyleyin; lakin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin. Sazın telleri de yalnızdır ve armoni içinde aynı melodiyi seslendirir..
Birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için değil!.
Sadece hayatın eli o kalbi saklar! 
Birlikte durun, ama yapışmayın, tapınakların sütunları da bitişik değildir! 
Ve unutmayın; meşe ile çınar birbirlerinin gölgesinde büyümezler. 


6 Aralık 2013 Cuma

Vermedi

Kadın yıllar sonra adama sordu..........".Bana ne verebilirsin " derken istediğin ne idi ?

Adam o an meşgul olduğu işten kafasını kaldırdı, sorusunu hatırlamanın ötesinde, neredeyse yıllar önce bu konuşmanın geçtiği anın tüm detaylarını, öncesini anlatarak  "sınırlarını görmeni istedim" dedi.........nereye kadar gidebileceksin, en önemlisi kendini verebilecek misin ?


5 Aralık 2013 Perşembe

Başka Kapıya

Her şeyin yolunda gittiğine inandığı bir anda şaşakaldı, neşeyle yolda yürürken ağaca toslamıştı sanki.

     -  Bana ne verebilirsin ?  dedi adam

Biraz düşündü ve "ne istedin de vermedim"  dedi.  Aşk esrikliği ile düşünebileceği kadar kafa yordu, ne vermem gerekir sorusuna. Soruyu soranın  maddi bir beklentisi olamazdı, almak istediği neydi peki ?  
      
İnsan olarak hep almaya mı alıştık acaba, peki bir ilişki de sormak gerekli mi ?  Ona ne verebilirim veya ondan ne alabilirim, somut değerlere indirmek istemiyorum bunu. O vakit verecek çok şey bulunur. Keseye, zevke, değere, beceri ve yaratıcılığa göre takas edilecek çok şey var. Asıl verilebilecek olan eksik ise bunların değeri sadece etiketleri.

İstediğin her şeyi verebilirim cevabı ise kadına hiç uymuyordu. Üzerinde düşünmeyi bıraktı. Sonrasında şunu sordu kendi kendine "ben ona ve başkalarına ne verebilirim ?"  Kendimi tüketmeden, rol yapmadan, kaybetme korkusu yaşamadan, üzmeden, üzülmeden........ ne istediğini bilmeyene verebilecek hiç bir şeyi yoktu, kendisinin de  ne istediğini çok iyi bilmediğini fark etti. Hem bilse ne olacaktı, kırmızı ferrarili prens istese, hemen kapısında mı bulacaktı ?  Hayır !  Sonra dedi ki, " kızım ferrarin yoksa o prensi bekleme ,  senden daha yeni model bir araba isterse verebilecek misin ?"   Veremeyeceksin, öyleyse sende olanı isteyene kapını aç. Yok ise varsın başka kapıya :)  

4 Aralık 2013 Çarşamba

2 Aralık 2013 Pazartesi

OY SATIŞ İŞLEMİ


Kötü uyandım, kendime gülümseyerek  evden çıktım ve güzel olacak dedim. Oldu da, secret, kuantum vb ile alakası yok bu işlerin,  kendimi iyi hissetmeyi seviyorum. Ve işten erken kaçtım, yaşasın bir yerlerden kaçma duygusu, yasak olanın cazibesi ve özgürlük.................özgürlük deyince lay lay lom olmadı tabiki, eve varıp kahve keyfimi yapayım derken önümden geçmeye çalışan bir ihtiyara denk geldim. Geçip gidecekken içim elvermedi onu yolda koymaya.

- Amca nereye gidiyorsun ?
- Kaymakamlığa
- Gel götüreyim..........

Minnacık kalmış, elinde baston ve bir sürü kağıdı sarıp, büküp koyduğu torbası. Hayırdır ne için gidiyorsun kaymakamlığa dediğimde torbayı uzattı. Nüfus cüzdanı, özürlü raporu, işitme ve yürüme problemi var, 60 yaşındaki amcama ömür boyu geçerli raporu vermişler........şöyle bir baktım, beş ay önce 73 yaşında ölen babamdan bile çökmüş duruyor, hayat çabuk harcamış belli !

Özürlü ve yaşlı maaşı bağlatmakmış derdi, yol boyu lafladık, Erzurumluymuş, ben de ilkokul bir ve ikinci sınıfı orada okudum dediğimde, "ne güzeldir oraların havası" dedi.......memleketi özlemiş, havasını özlemiş.........

Beş çocuğum var hiç biri bakmıyor diye dertlenmeye kalktı. Amca be "ancak kendilerine bakabiliyorlardır, kızmayasın evlatlara , olsa seni böyle komazlardı " dediğimde bana hak verdi. Haklısın onlarda da yok.

Kaymakamlığa geldik, utanarak eline yanımda olan paranın bir kısmını verdim, kusura bakma, ancak bu kadar var dedim............sen bana milyar verdim be evladım diyerek arabadan indi. 

Bu arada  amcam teşekkür edip, allah razı olsun derken, yaklaşan seçimlerde oyunu kimselere satmaması için de söz aldım :))  Neylersin dağıtacak kömür, un olmayınca ben de böyle çalışıyorum

29 Kasım 2013 Cuma

Güneş

Merhaba,


Güneşli bir güne uyanış güzel,  uyanışların hepsi güzel, hepsinde umut var ve olmalı da. Hele ki, kış güneşi, seni kendine getiren soğuğun, karın, kışın arasında parlayan ışık ve  sıcaklıktan daha fazlası. Adeta yaşamı hissetmek gibi........yaşıyorum demek gibi..........

Her soğuk günde ilk güneşi gördüğümde yıllar önce bir kaza nedeni ile yaşamdan alı konuşum gelir aklıma. Sonumun ne olacağını doktorlar dahil kimsenin bilemediği, kestiremediği ve ısrarla eskisi gibi olmayacaksın dedikleri günler..........söylemesi kolay eskiyi unut diyorlar, unut.............yeni sana hazır ol ve bu yeni seni, senin bile kabul edip edemeyeceğin meçhul...........hoş istersen etme :)

Ve bu düşünceyi kafamda kabul etmeye uğraştığım bir günde, "yeter artık diyorum, beni güneşe çıkarın, dışarıda olmaya ihtiyacım var".............anlamsız teselli sözlerinize içimde küfürlerle karşılık veriyorum, ne hissettiğimi nereden bileceksiniz diyorum, kendinizi ne sanıyorsunuz  diye bağrınmak isterken, bağrınamıyorum..................üzüntümü, belirsizliği içime akıtıyorum. Daha fazla kendime işkence edemem, beni dışarı çıkarın !

Ve bu isyanım güneşli bir kış günü bitiyor, beni giyindiriyorlar, kimseyi beklemeden  koşarak dışarı çıkıyorum, kafamı kaldırıp güneşe baktığımda yıllar önce sadece bir kaç okuduğum ve aslında çok da anlam veremediğim bir şiir o anda beynimde çınlıyor ve ezbere okuyorum, farkında olmaksızın her dizesini yaparak ve işte o anda çok şükür yaşıyorum diyebiliyorum...............   


Bugün Pazar

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...

Nazım Hikmet Ran 

Güneşe çıkmanın anlamı ancak bu kadar güzel anlatılabilir ve güneş ancak bu kadar umut olabilir !  Bu anımı anlattığım biri, yıllar sonra çıkıp bana bu hediyeyi veriyor :) 

Nazım Hikmet'in mezarını ziyaret ettiğinde şiirimi oraya bırakıyor. Mutlu oluyorum, yanılsak da, yıkılsak da, işte hayatın böyle güzellikleri de var.................Görünürde azalıp özde çoğalmak adına HİÇ olmak gibi.........





28 Kasım 2013 Perşembe



Sonunda ben de başladım, kimlerin veya kaç kişinin okuduğu önemli değil, yazmak istedim ve en sevdiğim yazılardan birini seçtim..........Asla çok hassas olamadığımdan, olmaya çalışmadığım ve mümkün olduğunca kendim olmak için uğraş verdiğimden olsa gerek.  

Çok akıllı veya çok bilgili olmak gibi bir iddiam  yok, her şey hakkında yazmak istiyorum, hatta okuyan olursa onlardan da bekliyorum, bu iş baya iyiymiş, birden bire geniş okuyucu kitlem var gibi geldi ve saçmaladım. Altı üstü günlük tutmak gibi bir şey, şimdi karnım acıktı, sonra devam edeceğim, keşke her gün yazabilsem.
ÇOK HASSAS BİRİLERİ    

Bazı çok hassas insanlar bana vampirleri hatırlatırlar:
Biz kaba saba köylülerin
ne kadar kanlarını içseler, daha
o kadarını emmek isterler.
Onlar öylesine hassas, öylesine kırılgan,
öylesine özeldirler ki...

Önce sizi eğitirler: Bir laboratuvar faresi gibi. Tavlamayı, baştan çıkarmayı, elde etmeyi harikulade iyi bilirler. Zaten onların hayatta işi, budur. Sonra, yani sizi ilişkinin kafesine tıktıkları andan itibaren, bu olağanüstü hassas ruhların esirisinizdir: Laboratuvar faresisinizdir. Sizi nevrotik bir fare yapmak üzre, duygu elektroşokları yollayacaklardır. Aynen deneysel psikoloji laboratuvarlarında yapıldığı üzre. 

Esir fare kapatıldığı 'ilişki kutusunda' sağa adım atsa, şok yiyecektir. Sola adım atsa, şok yiyecektir. Yemek kutusuna doğru yollansa, şok yiyecektir. Yollanmasa, şok yiyecektir. Fare, ne zaman şok yiyip ne zaman yemeyeceğini asla anlayamaz. Zira nedensizce ve kuralsızca şoklar yiyerek iyice sersemletilecek; tarumar edilecek, sonunda da bombok bir nevrotik fare haline gelecektir. 

Olağanüstü hassas kırılgan ruhlar da, size aynen bunu yaparlar. Sizi tıktıkları ilişki kutusunda, "A, kalbimi kırdın", der bir şok yollarlar. "Çok üzgünüm!" der şoku dayarlar. "Yine anlamadın beni", der şoklarla kutunuzda, bunaltırlar. Siz, giderek tuhaflaşırsınız. Kendinizi porselen dükkânında bir fil, bu aşırı hassas ruhların gül bahçesinde bir öküz, sırtındaki yumurta küfesiyle Eminönü-Tahtakale arasında ilerleyen bir hamal gibi hissedersiniz. Her halükârda
kaba saba, odun gibi filan, hissetmenizi 
kendinizi, karşınızdaki aşırı kırılgan ruh, mutlaka temin edecektir. 

Bu ruh kafeslenmesi esnasında siz habire, 'düzelmeye', 'incelmeye', 'anlamaya', 'doğru olanı yapmaya' çalışır, çalışırsınız. Hatta inceldiğiniz yerlerden koparak; muhtelif parçalara ayrılırsınız. İşin içine bir nebze olsun akıl mantık sokmaya çalışır, avucunuzu ve yaralarınızı yalarsınız. Zira aşırı hassas ruhlar, sizi tesadüfi şok dalgalarıyla madara etmektedirler. Onu yaptın da bu değil: hayır! siz hep böyle bir mantık silsilesi için çırpının durun, kırgınım! anlaşılamıyorum! ah ben ne yalnız ne inceyim! deyip deyip 'durduk yerde' sizi siz olduğunuz için cezalandıracaklardır. Zira ağzınızla kuş tutsanız, bu aşırı hassas ruhların aşırı hassasiyet seviyelerini, tutturamazsınız.
Bunlar, aşırı hassasiyetleri yüzünden üzüledursunlar, bir de bakarsınız ki, sizi canhıraş bir şekilde üzmekte; ruhunuzu cayır cayır yakmaktalar. Onlar ise aşırı hassasiyet salıncaklarının konforunda, aslında tatlı tatlı sallanmaktalar. 

Bir kere, hassasiyetleri öyle bir sabun köpüğü, öyle bir dokunduğunda dağılan balondur ki; bunlarla ne kadar çırpınsanız gerçek bir iletişim kuramazsınız. Ne kadar konuşsanız, sesinizi o kadar duyuramazsınız. Yavaş yavaş uyandığınız acı gerçek şudur: O kadar kendileriyle doludurlar ki, sizi görmemektedirler. Size bakmamaktadırlar. Kendileri o kadar mühimdirler ki, son kertede siz, umurlarında değilsinizdir. Onlar ve acıları. Onlar ve kırılganlıkları. Onlar ve sırları. Onlar ve kırık kalpleri. Onlar ve onlar. 

Siz, cam fanuslarının önünde tepinmektesinizdir. O cam kırılmaz, aşılmaz, içine nüfuz edilemez bir camdır. O cam, onların ne denli iyi korunup sizinse ne kadar ortalıkta olduğunuzun da, en hain kanıtıdır. Acılar içinde oldukları iddiasıyla sizi fena halde acıtmaktadırlar. Hiç anlaşılamadıklarını iddia ederken, sizi anlamak için serçe parmağı kadar gayret sarf etmediklerini, özenle gizlerler. Kırık kalpler kontenjanını tamamen doldurduklarından, sizin paramparça olmuşluğunuzu kaydedecek mecalleri, tabii ki yoktur. 

Gözyaşları, sizi silip süpürmek üzere hazır beklemektedir. İncelikleri, habire göğsünüzü delmeye hazır 
oklardan oluşur. En mühimi, sizi ciddi olarak, kendinizden soğuturlar. Bu hassas ve duygulu insanların, anlar gibi oldukları tek duygu kendi duygularıdır. Empati yetenekleri doğuştan felce uğramış gibidir. Ne kadar çırpınsanız, bu kafeste o kadar çaresiz kalırsınız. 'Karşılıklılık' nedir bilmedikleri için, sizi hakikaten perişan etmeye, muktedirlerdir. 

Uyanmanız gereken mesele, 'bu aşırı hassasiyetin' değeri kendinden menkul bir reklam kampanyası olabileceğidir. Karşısındakine bu denli kör ve aldırışsız hiçbir hassasiyet, gerçek olamaz. Bu olsa olsa, bir kendi kendiyle dolu olma hali, bir nevi narsisizm, bir sahte duygulanımlar oratoryosudur. Perde indiğinde, böylesine berbat bir temsilin sizi nasıl olup da bu denli üzebildiğini anlamanız, epey zamanınızı ve emeğinizi, alacaktır.

18 Kasım 1998
Perihan Mağden