26 Şubat 2014 Çarşamba

Öyle işte

Eve girip, kahvemi yaptım, günün özlemle beklenen anı, kimse bozmasın derken kapı çalıyor. Kargo diyor kapıdaki ses. Beklediğim bir şey yok, pakete göz atıyorum, büyük bir şey değil. Kahvem soğumasın, acele ediyorum, imzalıyorum, neyse ki, ödeme yapmam gerekmiyor.

Gönderen eski bir gönüldaş, her zamanki sabırsızlığımla paketi yırtarak açıyorum. Fırsat bulsam ve alsam dediğim kitap. Bu yazarla onun sayesinde tanışmış ve tüm eserlerini okumuştum. Son çıkan romanını göndermiş. Çok duygulandım. Başka bir şey var mı diye bakınırken minik bir kağıt düşüyor. "Umarım henüz alıp okumamışsındır".......... Bir türlü fırsat bulup alamamıştım. Kitabı açıyorum ve ilk sayfasındaki not çok daha değerli. 

Sibel ki, bozkırda koca bir çınar gibidir, kim dikmiştir oraya bilinmez, gel demez, yanına, serinine gider, sırtını dayarsın, güç verir ve susar, el verirse ruhunu hissedersin o sessizlikte.

Ondaki ben'i hiç böyle bilmezdim, kahvem soğusa ne çıkar :)

Ve kapı bir kez daha çalar, bu sefer sulh ceza mahkemesinden bir kağıt, yine imza ve endişeyle karışık heyecan. Müştekinin ölmüş olması sebebiyle mirasçısı olduğunuzdan..............


25 Şubat 2014 Salı

Sustum

Bu yanını hiç görmemiş, bilmemişim veya bilmek istemedim........şeytan dürttü ki, çok iyi yapmış ve beni kendine uydurdu.........aman tanrım ne rezilmiş meğer, ne yavşakmış, ne kadar yalvarmış göze girebilmek için........ ona değer verirken kendini bu kadar düşürmüş olmasına şaşırdım.  Kötü. Onun adına da kötü...........zavallı dedim kendi kendime.........zavallı...........

Merak ederdim bunca çabası neden diye, neden bu kadar kendini kanıtlamaya çalışıyor, hep taktir bekliyor diye.........

21 Şubat 2014 Cuma

Mavi Kuş

Ya benim okulum çok iyiydi, ya da eski eğitim ve eğitimciler. Yatılı okumama rağmen neredeyse her dönem en az bir kez okul organizasyonuyla tiyatro giderdik. Liseyi bitirince daha çok gideceğime dair kendime söz vermiş olsam da  sözümü tutamadım. Büyümenin yaşama daha farklı zevkler katmak olduğunu bilememişim.  

Yine böyle bir etkinlik için toparladılar bizi. Bu kez tiyatro yerine sinemaya gittik. Dublajlı bir film değildi, anında çeviri denemesiymiş, biz izlerken bir kadın sesi konuşmaları bir yerden okuyordu . Başlarda pek sarmadı, sıkıldığımı hatırlıyorum. Nasıl olduysa etrafımda sataşacak, çene çalacak birileri olmayınca izlemeye koyuldum.  İyi ki de izlemişim....

Filmin ismi Mavi Kuş, farklı olaylar yaşayan iki çocuk ve arada bir tüm güzelliği ile görünen Elizabeth Taylor. Taylor film boyunca beyaz  elbise giyinen, elinde minik asa taşıyan peri gibi bir roldeydi.  Çocuklar ve diğerleri Mavi Kuş'la sembolize edilen mutluluğu arıyorlardı.  O film sonrası Mavi Kuş bende mutluluk olarak kaldı. Hepimiz gibi ben de o Mavi Kuş'un peşine düştüm.

Yıllar ilerledi ben büyüdüm. Yine bir film şarkısına aşık oldum "Somewhere over the rainbow". Biz çocukken bu kadar çok görsel ve işitsel malzeme olmayınca, her gördüğümden etkilenmem kaçınılmazdı. Mavi Kuş'un peşine düşen ben, her gökkuşağı görüşte kendi filmimde flasback yaşadım.  Açıkçası sözlerine çok kafa yormaksızın sadece melodisi bile Mavi Kuşun kanadından bir tüy getirirdi bana.

Yıllar daha çok geçti. Artık kocaman oldum. Gezi olayları sonrası sıcak bir gecede  internette gezinirken Gökkuşağının Ardı Devrim başlıklı bir yazıya rastladım. Daha ilk paragrafını okurken Mavi Kuşum yanımda beliriverince youtube yardıma koştu ve şarkısı da eşlik etsin dedim, gecenin sessizliğinde kimseleri rahatsız etmeyeyim diye kulaklıkları takıp bangır bangır dinledim. Mavi Kuş kocamandı artık, kanatlarını açmış uçuyordu.  Bir kaç kez dinledikten sonra yatağa giderken telefonuma baktım ve kardeşim 4 kez aramıştı.  Telaşla aradım, ağlayan sesi " abla babam öldü" dedi....!

Meğer canım babamı böyle uğurlamak varmış ! 

Uzunca bir süre dinleyemedim o şarkıyı, dün aklıma geldi ve artık bildiğim sözlerine dikkat ederek dinledim bu kez.....................ve babamın gittiği yerde çok mutlu olduğuna inandım, o artık Mavi Kuş'la beraber.


Somewhere over the rainbow blue birds fly
And the dreams that you dream of really come true




20 Şubat 2014 Perşembe

Isle of Skye

Hava güzel, keyfim yerinde, oturdum bir kafeye arkadaşımı bekliyorum. Beklerken kitabımı okuyorum. Diyaloglardan biri aklımı karıştırınca  kitabı masaya bıraktım, etrafıma bakınırken bir yandan da düşünüyorum. 

Derken yoldan geçmekte olan sakallı, kirli suratlı ve güllü dua kitapları satıcısı  bir adam masaya yaklaştı, bildik satıcı duasına başlamadan "hiç param yok, boşuna uğraşma" dedim.  Ve günün olayını yaşadım........

" Bendekilere  ihtiyacın yok senin " dedi ve masanın üzerindeki kitabımı eline alarak, çok güzel kitaptır, adamı böyle düşündürür işte diyerek ayrıldı. İki - üç metre uzaklaşmıştı ki, geri döndü ve madem kitap almadın, ne olur seçimde oyunu CHP'ye ver demesin mi !  

 Bu arada okuduğum kitap İngilizceydi :)) Memlekette kimin ne olduğu belli değil :)


17 Şubat 2014 Pazartesi

Blessed

Yanlış bulduğum ve uzunca bir süredir değiştirmek istediğim düşünce biçimimi,  yolda yürürken karşımıza çıkan bir kadın hakkındaki sözleriyle değiştirdi..... Bilgelik de böyle bir şey olsa gerek, başka türlü olsa saatlerce tartışılabilirdi konu hakkında, bildik laflar tekrarlanır, tartışmaya katılanlar ne çok bildiklerini gösterebilmek için süslü laflar ederlerdi.  Oysa kalktı bir laf etti ve değiştirdi.......I am blessed having such a wise person in my life......

12 Şubat 2014 Çarşamba

Gitmek

Birbirinin çok iyi tanıyan bir kadın ve bir erkek. Sevdanın özeli olmak yerine sıkı dost olmayı seçtiler yıllar önce. Uzun zaman görüşemeyince, yaşamlarında olan bitenden haberdar olamadılar. Son  karşılaştıklarında, başkasına açamadıklarını paylaştılar uzun uzun, gülüştüler, ağlaştılar. Dedim ya birbirlerinin ciğerini bildiklerinden uzun lafa, açıklamalara pek gerek yoktu. Adam boşandım dedi.....

                        - Boşandım, zor günümde bana sahip çıkmadı, anlamadı. Bunaldım kendimi sağa sola attım, eve gitmediğim günler oldu. Böyle günlerde onu aldattığımı sandı....... içtim, saçma sapan insanlarla eğlendiğimi sanıp asıl sıkıntımı unutmaya çalıştım.  Oysa ben karımı çok sevdim, ondan aldığım zevki başkasında bulamayacağımı biliyorum........o bunu anlayıp, bana sahip çıkmalıydı.

                        Kadın dinlerken üzüldü, adamı iyi tanıdığını sanırken kendisinin de yanıldığını anladı, karısı gibi o da çapkın bilirdi arkadaşını, meğer değilmiş. Kendisi de biten bir ilişkinin hüznünü yaşıyordu, yürek bağının yerine dostluk bağını kurmaya çalışırken bocalıyordu. Zaman zaman onu çok özlüyor, söyleyemiyordu....... 

                       Bunları düşünürken telefonu çaldı. Bir kaç hafta önce tanıştığı ve kendisine  ilgisi olan adam arıyordu. Hüznünü sesine yansıtmamaya çalışarak konuştu ve bahaneler bularak ötelediği yemek davetini kabul etti. Yeni bir dönem başlamalı hayatımda, onu çok özlesem de, bittiğini kabul etmeliyim. Yüreği daraldı, biliyordu ki, bu yemeğin arkası gelecek.........eli telefona gitti, aramaya cesareti olsaydı. "Beni bırakma, beni ellerinle başkasının kollarına atma..........öyle bir şey de ki, gitmeyeyim..........Şairin, 

Bekliyorum,
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın....

 dediği gibi, öyle bir şey de ki, gitmek mümkün olmasın demek istedi, diyemedi.



                    
                       

 

10 Şubat 2014 Pazartesi

Gözümün Kökünde


Ölüm denizin kıyısında anacığım
Ölüm göğün yüzünde
Ölüm yerin dibinde
Ölüm soluk alışında
Ölüm başucunda

Sevgi gözünün kökünde yavrucağım
Sevgi kuşun kanadında
Sevgi ne göğün yüzünde
Sevgi ne yerin dibinde
Sevgi başucunda

Hasret Gültekin'in ölümü denizin kıyısında olmadı, yaktılar onu.........belki sevgisi küllerine değen bir kuşun kanadında.

Bugün sevgi üzerine sohbet ederken bu türküsü tınladı kulaklarımda, hani bazen bir kelime yaşanmış bir anı veya şarkıyı çağrıştırır ya işte öyle. 14 Şubat yaklaşırken zaten sevgi, sevgililer ve aşk kelimelerinden geçilmiyor. Her yanımızı sarmış durumdalar. Keşke sevgililer değil de sevgi günü olsaydı. Yine aynı teraneler dönüp duracak, hediye aldı, almadı, yalnız kaldın, kalmadın........bir dolu zırvalık. Bazıları sevgilim değil karımsın diyecek, bazıları tek bir gün mü, ben seni her gün seviyorum diyecek ve diyecek.......

Sevginin vurgulanması gereken bir günde kalpler kırılacak, gereksiz tartışmalar olacak....bazılar ise bunu fırsat bilip sevgisini, yüreğini açacak.  Derken günü bitireceğiz.

Doğduğumuzda sevmeyi biliyor muyuz yoksa zaman içinde öğreniyor muyuz ?  Bebekler muhtaç oldukları için mi severler annelerini ?  Derin ve mutlaka bilimsel açıklaması olan bir konu, lakin ben sevmenin bile zeka gerektirdiğine inanıyorum. Neyi, nasıl sevmek için akıl gerekiyor. Nedensiz sevgi inanılası gelmiyor. Sahip olamadığımı veremeyeceğime göre, içimizde bir yerlerde sevgi var ve bunu ortaya çıkarabileni seviyoruz belkide.  Öyle veya böyle seviyoruz işte. 

" Seni seviyorum"   sadece yaşantımızdaki özel insana söylenmemeli, dostlarımıza, değer verdiklerimize de zaman zaman gözlerinin içine bakarak "seni seviyorum" diyebilmeli insan. Yarın ölecekmiş gibisinden değil, hissettiği için, sevgi içinden coşup geldiği ve gerçek olduğu için.

Stevie Wonder'ın "I' just called to say I love you" şarkısını dinlediğim zamanlarda keşke biri bunu bana yapsa demiştim, telefon çalsa ve "I just called to say I love you , and I mean it from the bottom of my heart". O zamanki ingilizcemle sözlerini en iyi anlayabildiğim şarkı buydu ve hep hayal olarak kaldı.