26 Temmuz 2014 Cumartesi

Saçma

Sahiplenmenin, sahip olunanların verdiği ayrıcalıklara duyulan hırsı hiç anlayamadım. Ağzımda gümüş kaşıkla doğmadım lakin plastik çatal kaşıkla da  yemek yemedim. Zevklerim, inceliklerim, hassasiyetlerim ve olmazsa olmazlarım var ve bunların parayla satın alınamadığını biliyorum. Yaşamı güzelleştirmek için çok paraya gerek yok. Yeter ki, geçinmeye gönül olsun.

İnsanlığın, dünyanın evrimini, geçmişini okuyup, üzerinde düşündüğümde, bir kum tanesi gibi hissediyorum.  Daha keşfedilememiş yerleri olan bu koskoca evrende hepimiz birer taneciğiz ve bunu görmezden gelip kendimizi hırpalamayı görev ediniyoruz. Bu düzenin değişmeyeceğini de biliyorum, sadece kendimi değiştirebilirim..........Neye göre değiştireceğime karar veren ise yine benim. Bütün sözler, dönüp dolaşıp yine kendimize geliyor. Bu mudur acep Ene'l Hak ?

Hakka yürümek nasıldır ?  Ne zaman gelir ecel ? Ve o anda neler hissedilir............Zamansız olmadıktan sonra kurtuluş, ölmek değil, ölene ağlamak beter ...... Ruh var mıdır, zaman zaman gelip, geride kalanlara şöyle bir bakar mı ? Hasretle onları kucaklamak veya hüzünlerinde teselli etmek ister mi ?  Yoksa yaşarken sevdiklerinin kötü işler yaptıklarını görünce kendi kendine hala üzülebilir mi ? Cevapsız sorularım yine geldi aklıma..........

Ölümde bile ne çok ritüeller var, dini bırak, her kültür kendince bir şeyler yapıyor. Bilinmeze gidene elveda demek, ruhunu rahatlatmak, orada kullanacağı eşyaları mezara koymak falan. O'nu mezara indirdiklerinde kendimden bir şey vermek istedim. Telaşla elimi çantama attım, mavi bir boncuk buldum ve atıverdim........benden bir şey olsun........bunu yaparken bile kimse görmesin istedim, ne saçma !!  Görseler kesin işin içine dinsel bir şey katarlardı......yok günah, olmaz etc.

Sonra aklıma geldi, arkeologlar eski mezarlarda eşya bulurlar, belki onlar da benim gibi düşünenlerdir. Neden olmasın.

Saçmaladım bugün, içimden geldi. Sanki başka zaman çok aklı başında şeyler yazıyorum da. Amann salla gitsin be Birgül !


25 Temmuz 2014 Cuma

Bu Sabah

Erken uyanmayı, günü karşılamayı seviyorum.

Gün batımının kızıllığını, kimine göre hüzünlü, romantik görüntüleri yerine, güneşin doğuşunu izlemek mutlu ediyor. Yeniden doğuş, bitenin hüznüne çelme takıp geleni karşılamak, geçmişe takılmaktansa, uyanıp yeniden başlamak......

Bu sabah da öyle oldu, hava keyfime uygun, halletmem gereken bir iş var, tembellik edip arabayla gitmek yerine yürümeye karar verdim, üstelik bildik kısa yol yerine uzun ve gölgelik olanı seçtim. Ellerim cebimde, beynimde kelimeler, ıslık çalamasam da fon müziğim bile var. Yürüyorum.

Karşıdan gelen iki kadın yakınlardaki bir hastaneyi sordu ve çok güzel tarif ettim. Ve bu tarif sonrası kendimi de tebrik ettim :)) Çünkü bu yaşıma geldim sağımı ve solumu hala karıştırabiliyorum.  Gülünesi gelebilir, ama öyle............beynim bu konuda error veriyor. Sadece bir kez  doktorun peşi sıra gelen "sağa bak, sola bak" yönergelerine tam doğru uyabilmiştim. Hatta o esnada yanımda olan bir başka doktor arkadaşım bile "hayret ilk kez bir hastanın 10 dk boyunca sağı-solu karıştırmamasına şahit oluyorum demişti..........Tabiki uyacaktım, uymasam göz gidiyordu, sıkıysa uyma, beyin bu işte, acil durumda kendini kolluyor.

Benim gibi sağı solu karıştıranlara, sağına sarımsak, soluna soğan derler ya, öyle yapsam, bu sefer soğanla, sarımsağı karıştırabilirim ki, bu daha feci :)  İlginç olanı ise ingilizce olunca karıştırmıyorum. Left / right dediklerinde sorun yok :)  Öte yandan ingilizcede karıştırdığım ise pull / push !  Kapılarda görünce beynim bir an duraklıyor," usta hangisinde itecek, hangisinde çekecektik ?" Hemen aklıma "push the button" geliyor, düğmeyi çekmeye kalksan ne olacağı belli değil, en iyisi itmek :)

Bu sağ / sol işi de en çok yol tarifinde problem. Ve bizim millet bu konuda cidden zayıf. Yurt dışında insanlar hemen tarif edebiliyorlar, sokakları, caddeleri düzgün. İmarları planlı, bizdeki gibi keyfi ve rüşvetle oraya buraya kondurulmuş binaları yok. Farklı politik görüşleri olan belediye başkanları göreve gelince kafalarına göre sokak, cadde isimlerini değiştirmiyorlar. Sağı / solu karıştırmasınlar diye insanlara belki de soğan ve sarımsaktan daha anlamlı çözümler üretebilmişlerdir, bildiremedim şimdi :)

Her neyse, yol tarif ettikçe, sağımı solumu karıştırmıyorum, en iyisi neyin nerede olduğunu bildiğim mahallelerde yol kenarında durup, bilmeyenlere tarif edivereyim, bir tür canlı navigasyon aracı :) Lütfen uydu görüntüsü istemeyin, hepten dumur olurum sonra !






24 Temmuz 2014 Perşembe

Saklamak için


Çok beğendiğim yazarın intihar mektubu, kendi yaşamına son vermeyi korkaklık görmüyorum, bu da bir ifade ve duruş şekli !


Dearest,
I feel certain I am going mad again. I feel we can’t go through another of those terrible times. And I shan’t recover this time. I begin to hear voices, and I can’t concentrate. So I am doing what seems the best thing to do. You have given me the greatest possible happiness. You have been in every way all that anyone could be. I don’t think two people could have been happier till this terrible disease came. I can’t fight any longer. I know that I am spoiling your life, that without me you could work. And you will I know. You see I can’t even write this properly. I can’t read. What I want to say is I owe all the happiness of my life to you. You have been entirely patient with me and incredibly good. I want to say that – everybody knows it. If anybody could have saved me it would have been you. Everything has gone from me but the certainty of your goodness. I can’t go on spoiling your life any longer.
I don’t think two people could have been happier than we have been.

En sevdiğim,
Yine delirecekmişim gibi hissediyorum. Bu korkunç günleri atlatamayacakmışız gibi hissediyorum. Ve giden zamanı geri çeviremeyeceğim. Sesler duymaya başlıyorum ve konsantre olamıyorum. Bu yüzden yapmam gereken şeyi yapıyorum. Bana verebileceğin en büyük mutluluğu verdin. Kimsenin yapamayacağı şeyleri yaptın. Bu kadar şeyden sonra iki insanın birlikte daha mutlu olabileceğini sanmıyorum. Ben artık savaşamayacağım. Biliyorum, senin hayatını mahvediyorum, bensiz daha mutlu olacaksın. Görüyorsun bu mektubu bile doğru düzgün yazamıyorum. Okuyamıyorum. Hayatımdaki bütün mutluluğu sana borçlu olduğumu söylemek isterim. Bana karşı inanılmaz sabırlısın ve iyisin. Şunu söylemek istiyorum -aslında bunu herkes biliyor- eğer biri beni bu durumdan kurtarabilecek olsa bu sen olurdun. Her şey beni terkedip gitti ama senin iyiliğin hep benimle kaldı. Artık senin hayatını mahvetmeyeceğim. Kimse bizim seninle mutlu olduğumuz kadar mutlu olamazdı.

20 Temmuz 2014 Pazar

Bugünlerde

Yolunda gitmeyen bir şeyler var............hissediyorum, isimlendiremiyorum !

17 Temmuz 2014 Perşembe

Efemine

Bu yaz tatilinde oğluma biraz olsun yemek yapmayı öğretsem mi acaba derken, dün kulak misafiri olduğum sohbet, bir kez daha düşün dedirtti bana :)  Nasıl mı ?

Açık havada bir kafede oturmuş arkadaşlarımı bekliyorum. Beraber yapabilecekleri bir iş için tanışmalarının iyi olacağını düşündüğüm arkadaşlar. Masalar birbirine çok yakın, hani neredeyse hep beraber sohbet edilecek gibi.  Karşı masada 3 genç kız oturuyor, yaşları 25-30 arası .

Kızlardan birisi ballandıra ballandıra hafta sonu evinde kaldığı erkek arkadaşının yaptığı yemekleri anlatıyor. Lezzetli ve farklı yemeklermiş, çok güzel servis etmiş. Kızımızın elinin sıcak sudan, soğuğa dokunmasına bile izin vermemiş. Bir süre "aman ne güzel" yorumları yapıldı. Derken masaya bir başka arkadaşları geldi, çok havalı ve ötekilerden  daha güzel ve kendine güvenli.

Diğerleri sohbeti ona özetledikten sonra lafını esirgemeden yorumunu yapıverdi :

"kızım şekilsiz, parasız, güvensiz adamlar yemek yaparlar, yakışıklı olsa ne yemek yapacak, bilir ki, kimi istese tavlayıp, elinde tutacak........Paralı  adam zaten uğraşmaz, alır seni yemeğe götürür. Neymiş öyle pasta, börek, salata yapmak :)  Senin ki zaten çapulcu, aklı fikri politika, felsefe, bırak yemek yapsın :)....................... Hem ne o öyle efemine tavırlar, yemeğimi kendim yaparım, o gitsin para kazansın !

Kalakaldım, gülsem dinlediğim belli olacak...........Eskiler erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer derdi, anlaşılan o ki, devir tersine dönmüş  !  Ancak sadece yemek yetmiyor !

Benim oğlan da yakışıklı, umarım ileride iyi bir işi olur....................


14 Temmuz 2014 Pazartesi

Amin

Sevgili Uçan Spagetti Canavarı,

Şu duamı kabul et lütfen;

Aklı başında hiç kimseyi selfie çektirecek kadar yalnız, yediği, yaptığı yemeği facebook'da yayınlayacak kadar görgüsüz, özel yaşantısının her anını ortaya dökecek kadar çaresiz, böylesi aşağılanmaya maruz kalacak kadar aciz bırakma !

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Kadın

Belirlenmiş görüşlere ve genel ahlaka aykırı bir düşünce içindeyim. Konu ise kadınların çok zor şartlar karşısında fuhuş yapması, erkeklerin ise içgüdüsel davranarak bu şartlardan faydalanması.

Savaşları erkekler çıkartır diyemiyeceğim, kadının eline böyle yönetsel güç geçtiğinde neler yapabileceğine yakın tarih henüz şahitlik etmedi. Güçlü ve savaştan kazanımlar edinen ülkelerin başında hep erkek yöneticiler var. ABD yi bir kadın yönetse ne olacağını kimse bilmiyor, ancak tahmin yürütebiliriz.

Ülkesinde ekonomik sıkıntı yaşayan, savaş nedeniyle kaçan, erkeklerin kimi zaman sözde himayesinden mahrum kalan kadınlar sığındıkları ülkelerde var olabilmek, yaşayabilmek adına fuhuşa yöneliyorlar. Başka çareleri var mı ? Meslek sahibi bile olsalar, Türkiye gibi zihinsel gelişimi ortalamanın altındaki ülkelerde nasıl ayakta kalacaklar ?  Fuhuş operasyonlarında basılan doktor, mühendis hayat kadını hikayelerini hepimiz duyduk, okuduk !

Şimdi de Suriyeliler sardı her yanı. Onlar da aynısını yapacaklar ve yapıyorlar . Beraberlerinde getirdikleri çocuklarını aç bırakamazlar...... Sanıyor musunuz ki, bu durumda memnunlar, Asla !

Uygarlık, teknoloji ne kadar ileri giderse gitsin, ademoğlu iç güdülerine yenik düşmeye mahkum !

Bu kadınlara kızamıyorum, acımıyorum da ! İşimize gelince evrim soyunu devam ettir diyor ise, bu kadınlar da soylarını devam ettiriyorlar. Acı olan ise, soysuzların yüzünden bu duruma düşmeleri.


9 Temmuz 2014 Çarşamba

Taşlarım

Yolculuğa çıkarken adettendir sorulur ;  " bir şey ister misin ?"

- Evet, taş getir bana
- Taş mı, ne taşı ?
- Evet, bildiğin taş, hani gezinirken aklına gelirsem, yakınında gördüğün bir taşı al ve bana getir.

Bu yanıtım ilk zamanlar dostlarımı şaşırtırdı. Artık alıştılar ve taş getiriyorlar :)

Neden mi taş istiyorum ? Seyahate çıkınca, hele ki başka bir ülkeye gidiyorsanız, hediye seçmek ve taşımak cidden külfet. Kişiye göre mi hediye alınmalı, ülkenin her hangi bir simgesi mi seçilmeli hala bilemem. Sadece çok sevdiklerime veya görünce "işte bu onu çok sever" diyebileceğim kişilere hediye alıyorum. Yoksa baştan savma, laf ola beri gele hediye almak anlamsız. Oysa minicik bir taş getirmek hem yük değil, hem de bana özel ! Evet diyorum, aklına gelmişim.

Bu taşlar ne olacak ? Umarım vasiyet edecek zamanım olur da mezarıma koyarlar ! Aslında yakılmak istiyorum fakat Türkiye'de imkansız. Bu dileğimin gerçekleşeceği bir yerde ölürsem taşlarım sokağa atılacak.............Kıyamam ben onlara.................

8 Temmuz 2014 Salı

Cahiliye

Ülkede aslen cehalete övgü var, farkında mısınız ? Dizilerde, reklamlarda, sağda solda hep bu tiplemeler kabul görüyor. Şiveli olacak, ahmaklıklar yapacak, kimi zaman bu ahmaklıklar asıl niyeti gizlemeye yarayacak..............ve bu tip tüm salaklığıyla sırıtacak !

Ossuracak, aksıracak, ağzında küfür eksik olmayacak.........kısaca izleyici rekoru kıran "İvedik" olacak...........bunu izlemeye gideceksiniz, alkışlayacaksınız, sonrasında çocuğunuzdan iyi bir okula gitmesini ve terbiyeli olmasını bekleyeceksiniz ! Neyin terbiyesi bu !

Tamam ergen tayfa bu tipleri merak eder, izler, büyüdüğünü kanıtlamak için küfür etmeyi sever. Aile görgüsü sağlam ise, ergenlikle beraber hevesi geçer............ Lakin bizde geçmiyor.......

Düşünmeyen insanın beyni basit olanı seviyor !

7 Temmuz 2014 Pazartesi

The Godfather

Birbirine girmiş hayatlar, birbirine güzellik, yaşanmışlık katan insanlar......hepsiyle örülü bir yaşam ve ben bunların arasında bir yerlerdeyim, gerçek mi, kurgu mu bilinmez !

Aklımda olan, yapabilir miyim diyerek merak ettiğim, nasıl olduysa başımı belaya sokmayan deli cesaretimle tanıştığım genç adam ! Durduk yere "seninle New York'a gidelim" dedi. Asla merak etmediğim bir ülkeydi oysa. Gülümseyerek , bu hayale "neden olmasın" dedim.

Şansımın cesaretimden fazla olduğu önceki yıllarda tanıştığım Amerikalı bir dostum ise sürekli NYC, DC resimleri gönderirdi, aklına geldiğimde nerede ise çeker yollar ve mutlaka buraya geleceksin derdi. Ona da "he" derdim :)  Merak etmediğim diyarlar, tutkum yok, hayallenmemişim.........

Ve bir sabah git vizeni al, Şubat'ta bekliyorum, sen sadece gel gerisini düşünme diyen bir ileti aldım. Hani inansam mı, inanmasam mı bilemiyorum.  Şansım Amerikalıyı, cesaretim genç adamı, genç adamın hayali ise beni ABD'ye yolladı.......

Öyle bir gidiş ki, elimde sadece pasaportum, yetecek kadar da cep harçlığım var :) Uçağım sabah altıda, iki saat önce hava limanında olmalıyım, iyi de o saatte nasıl giderim. Genç adam yetişti imdadıma, "bana gel, bırakırım seni" dedi....Eyvallah ! Gittim evine, ya uyanamazsam diye korkuyorum, o gitti yattı. Ve ben karşımda TV ve bilgisayar oyalanıyorum. Etrafımda ise insan olmaktan sıkılıp, kedi olarak yeniden bedenleşmiş kedisi  Tarçın dolanıp duruyor. Çok keyifli bir geceydi :) İçim dalıyor, kedi karşımda.......uyuma sakın der gibi. TV izlemekten sıkılınca youtube dan müzik dinleyeyim dedim ve nereden aklıma geldiyse The Godfather müziklerini seçtim. Vakit gelince onu uyandırdım ve çıktık.

Öyle bir bilinmeze gidiş ki, elimde elektronik biletim bile yok :))  Sadece Frankfurt aktarmalı gideceğimi biliyorum. Check-in için pasaportumu tedirginliğimi belli etmeden uzattım. Korktuğum başıma gelmedi, biletim hazırmış ve üstelik "business class" uçuyorum. Kaderimin bana bir oyunu mu bu :))  Keşke hep böyle oynasa, tüm şutlar gol olur :)

Her neyse gittim, çok güzel geçti. Dönmeden iki gün önce 14 Şubat.......pek haz etmediğim tüketim çılgınlığı günü......serkeş ruhum, serseriliğin zirvesini yüzümdeki gülümsemeyle kutluyor. O geniş caddeler, sevgililer, içimi ısıtan güneş bile adeta benim. Birden harika bir melodi duyuyorum, sese doğru gidiyorum, tüm cadde çınlıyor, havada uçuşan balonlar ve işte yola çıkmadan önceki gece, kediyle beraber dinlediğimiz müzik...............Mutluluk bu işte.....

.https://www.youtube.com/watch?v=HWqKPWO5T4o




4 Temmuz 2014 Cuma

Sabah kedisi

Prenses ! Anneannem beyaz kedisine bu ismi vermişti. Hakikaten öyle bir duruşu vardı, biraz ürkek bakan, çok sokulmayan, kısacası arsızlık yapmayan ve laftan anlayan bir kediydi. Köpekleri bazen sahiplerine benzetirler, belki kediler de öyledir, çünkü Mehlika Sultan da prenses edalı bir kadındı. Çok konuşmaz, genellikle dinler ve söylenmesi gerekeni en sonda söyler, geri kalanlar susardı.

Babaannemin de şu an ismini hatırlayamadığım bir kedisi vardı. Prenses bembeyaz iken bunun beyaz tüylerinin üzerinde siyah lekeleri onu sıradan gösterirdi ve biraz daha oyuncuydu. İnsana daha yakın sırnaşık kedilerden.

Kalabalık evin sultanının prenses kedisine hizmet eden çok, o mağrur olmasın da kim olsun. Öteki ise Meryem Hanımla beraber, akşamları eve gelen Şükrü Bey'i bekliyor. Daha kapı çalmadan, koşarak önünde kulak kabartıyor ve babaannem "kim geliyor acaba" diye merak ederken, zilin sesi duyuluyor, gelen ise onu yalnızlığında merak eden komşulardan biri. Bu durumuna yakıştırması bile vardı  "beş çocuğun anasıyım, kedinin arkadaşıyım" derdi.

Benimse bir kedim bile yok ! Sevmediğimden değil, özgürlüğünü kısıtlamış  olacağım, bencillik yapmak gibi geliyor. Onları sokakta seviyorum. Yanımda kedi mamaları taşımasam da, kahvaltı ve yemek sonrası artanları çantama koyup, köşe başlarına bırakıyorum. Hayvan sevgimi, kendi duygularımla özdeşleştiriyorum, nasıl ki beni bir yere zorla soksalar, veya istemediğim bir şeyi yaptırmaya kalksalar, isyan edip, hemen kaçıvermek istiyorsam, onlar da öyle geliyor bana.

Özgürce gezinsinler, birilerinin yamacına kıvrılıp oturduklarında, başları okşansın, o insanın kokusunu tanısınlar, kendini sevdirmeye çalışsın.......yanılıp, tekme atacak korkağın birine yaklaştıklarında, o tekmeyi yedikten sonra şöyle gözlerini dikip " s.....t...r  ol len, seni adam bilip, yanına gelende suç " demeyi de öğrensinler. Ama ne olur kimse canlarını yakmasın ! Hele ki, trafoya sokup, politikaya alet etmesin :)


2 Temmuz 2014 Çarşamba

Çiçek



Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım 
Bilmiyorsunuz
Darmadağın gövdemi 
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum”  

Didem Madak

Bugün bunu çok beğendim, köşe yazısından alıntı. Köşe yazarı da çok hoş bir yanıtla şiiri daha anlamlandırmış.

darmadağın olmuş gövdelerimizle birbirimize sarılıp çiçekli şiirler yazmalıyız ki, hüzünle açmasın güller, konuşa da bilsinler…

http://birgun.net/yazi-goster/bulent-usta/2-7-2014/illegal-yagmurlar-3054.html