26 Ocak 2015 Pazartesi

Kendini bilmezlik

İnternette AKP seçmenini, yobazları ve size göre cahilleri  eleştirirken kullandığınız havalı bir terim var. Dunning-Kruger Etkisi veya sendorumu. Efendim özetle, cahil cesareti, lakin bu cahil, bilgisizliğinin farkında değil, biliyormuş gibi yapıyor ve kendini çok beğeniyor, öte yanda akıllı ve bilgili insanlar, kendilerini yetersiz görebiliyor.

Bu olgu internet ortamında öylesine yaygın ki, herkes bir diğerini bu sendromdan muzdarip görüyor. Peki facebook, instagram denilen mekanlarda saçma sapan şeyleri, zilgir zibidi işlerinin hepsini beğenerek siz de çanak tutmuyor musunuz ?

Öyle bir resim ki, inanılmaz kötü, resimdekiler bildiğin çirkin, hep aynı bildik boynu bükülü pozlar, yaratıcılıktan eser yok, birbirinin kopyası resimler, zevksiz, özensiz sofralar, içerik noksanı, pazarlama ürünü kitaplar...........daha çok sayılabilir !

Ve beğeni sayısı inanılmaz !  Şikayet etmeyin şimdi bu "kendini bilmezlik" modasından. Önünüze konulan her şeyi beğenirseniz, pompalamaya devam edersiniz !

16 Ocak 2015 Cuma

Şiir ve veda


BEN ÖLÜRSEM AKŞAMÜSTÜ ÖLÜRÜM 


   Ben ölürsem akşamüstü ölürüm  
   Şehre simsiyah bir kar yağar  
   Yollar kalbimle örtülür  
   Parmaklarımın arasından   
   Gecenin geldiğini görürüm 



   Ben ölürsem akşamüstü ölürüm  
   Çocuklar sinemaya gider  
   Yüzümü bir çiçeğe gömüp  
   Ağlamak gibi isterim  
   Derinden bir tren geçer 


   Ben ölürsem akşamüstü ölürüm  
   Alıp başımı gitmek isterim  
   Bir akşam bir kente girerim  
   Kayısı ağaçları arasından  
   Gidip denize bakarım  
   Bir tiyatro seyrederim 



   Ben ölürsem akşamüstü ölürüm  
   Uzaktan bir bulut geçer  
   Karanlık bir çocukluk bulutu  
   Gerçeküstücü bir ressam  
   Dünyayı değiştirmeye başlar  
   Kuş sesleri, haykırışlar  
   Denizin ve kırların  
   Rengi birbirine karışır 



   Sana bir şiir getiririm  
   Sözler rüyamdan fışkırır  
   Dünya bölümlere ayrılır  
   Birinde bir pazar sabahı  
   Birinde bir gökyüzü  
   Birinde sararmış yapraklar  
   Birinde bir adam  
   Her şeye yeniden başlar 


                              (1972)  
  
   

            Ataol BEHRAMOĞLU

15 Ocak 2015 Perşembe

CBE

Eskiden resmine her baktığımda içim titrer, gülümserdim. Kızgınlıklarım, kırgınlıklarım olmadı değil....... hepsini hoş görecek bir bahane buldum.....oysa artık o kadar anlamsızsın ki, demincek merak ettim ve baktım..........sıradan birine bakar gibi !

Anlayamadıklarım I

Yaşama, yaşayanlara, insana dair her şey beni çekse de, bazı davranışları anlamak cidden güç. Özellikle bu davranışlar kişilerin savundukları ile ters düşünce.

Mağdur olanları, mağduru oynayanları neden severiz ?  Neden korumaya kalkarız ?  Neden böyle insanlar durumlarını kullanırlar ? Ve neden suçu hep başkalarında ararlar !

Son dönemde gözlemlediğim davranışlardan birisi de bu. Eğitim düzeyi ne olursa olsun insanların acıma duygularını harekete geçirecek şekilde davrandığınızda, bu problemi neden yaşadığınızı sorgulayan olmuyor. Çünkü sorguladığınızda, karşınızdakinin mağduriyetine kendi hatasının yol açtığını görebiliyorsunuz, bunu ifade ettiğinizde ise, acımasız ve kalpsiz damgasını yemeniz mümkün.

Çünkü onlar öyle bir rol yeteneğine sahip ki, durumlarını öylesine ustalıkla kullanıyor ki, hassas olan onlar, gerçeği söyleyen siz ise öküz oluveriyorsunuz !

Böylece  "doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" gibi bencileyin saçma atasözlerinden birinin saçmalığı daha da belirginleşiyor.



14 Ocak 2015 Çarşamba

Umfundisi

Güney Afrika'da kullanılan yerel dillerden birinde "umfundisi" efendi, sahip demek ! Yıllar önce okuduğum bir kitaptan aklımda kalan en belirgin kelime !

Yaşamda ne çok efendiler ve sahipleriniz var, sorguladınız mı ? Benim yok diyebilirsiniz, peki kendinizi ait hissettiğiniz, ideolojiler, dinler, görüşler ve insanlar efendiniz, sahibiniz olmuyor mu ?

Bana göre oluyor. Maslow'u ve ihtiyaçlar hiyerarşisini bilmeyen pek yoktur. Fizyolojik ve güvenlik gereksinmelerinizi tamamladığınızda bir yere, birilerine ait olma ihtiyacınız beliriverir.

Bu anda ya birileri size yanaşır veya siz gidersiniz, bazılarını ise seçme şansınız bile yoktur, mecbur kalırsınız oraya ait olmaya. Doğuştan gelen bir duygudur ve köleliğe götürür. Ait olmak istediğimiz konum güçtür, yerine göre koruyucudur, yerine göre sığınılacak limandır. Kendimizi buna göre tanımlamaya başlayıveririz.

Türküm, müslümanım, hristiyanım, varlıklıyım, ateistim, sağcıyım, solcuyum, liberalim, Atatürkçüyüm, kadınım, erkeğim, fakirim, spiritüelim, skeptiğim........liste uzar gider.

Etiketleri belirleyip, bağlılığı arttırdıkça, özgürlük ve özgünlük yok oluyor. Kendinizi yaftaladınız ve bunu her şekilde beyan ettiniz, artık etiketinizi, aidiyet noktanızı eleştirmek zordur. Dininize karşı aidiyet duygunuz  baskın ise, farklı gözle bakamaz, bakanları ise anlayamazsınız. O artık sizin efendiniz oldu !  Tam tersine varlığınızı ve aitliğinizi ateizm belirliyor ise tanrının yerine tanrısızlığı koydunuz.

Yaşam boyu bu efendileri çoğaltmak elimizde, ne kadar çok efendi, o kadar çok bağımlı köle.

Bence özgürlük beyinde, "state of mind" yani. Birilerine ait olmak zorunda değiliz, hatta cinsel kimliğimize bile, ben kadınım, sen erkeksin ve belirlenen kalıplar içinde davranmalıyız dediğimizde bile kendimiz olmaktan uzaklaşıyoruz. Üstelik bu kalıpları belirleyip, sonra üstesinden gelme mücadelesi veriyoruz. Bir insan olarak ne yapmak istiyorsanız yapın. Erkek mutlak güçlü, kadın ise sadece doğurgan  değil, kaldı ki, üremek ortaklaşa bir eylem :)  bırakın isterse anne olsun, isterse olmasın. Bazı kadınların kendilerini sadece anne olarak tanımlamaları ise bambaşka bir aidiyet tabiki.

Aidiyetin getirdiği fanatizm ise en beteri, sonuçlar ortada, cinayetler, kavgalar, acılar !  Sözün özü ait olacağım diye efendi yaratır, kendinizi onda bulur iseniz kölelik kaçınılmazdır !