11 Ocak 2014 Cumartesi

11 Ocak

Happy birthday to you...........ne itici bir melodi, hele bunu Türkçe söylemek dayanılmaz. Kazara doğum günlerinizde bulunursam ve bu melodiyi hep bir ağızdan söylemeye kalkarsanız, biliniz ki size eşlik etmiyorum ve bu zevzeklik hemen bitsin diye bekliyorumdur.  
Özel günlerinde sevdiklerimize güzel şeyler söylemek istememize rağmen aynı kısır döngü içine girip bilindikleri tekrarlıyoruz. Bu tekrar sözlerin ötesine geçebilmek cidden zor aslında. İnsan ne diyeceğini şaşırıyor, duyguları doğru ifade edebilecek kelimeleri seçmek zor, çaba gerektiriyor. Ben sayısalcıyım diyerek işin içinden sıyrılıp "iyi ki varsın, iyi doğdun, iyi ki seni tanıdım..............tamam tanıdın da ne oldu ? İyi ki varım, senin için var olmaktan önce kendime var olmalıyım ki, sana faydam olsun :)

Hele yetişkin olup, aile kurup kendimizi daha farklı statülerde bulunca benim için durum iyice berbatlaştı. Yeni evlenenlere ne diyeceğim, bebek tebriğine gittim, hediyesini nasıl vereceğim, ne desem daha anlamlı olur. Düğüne gittiğimde o altını nereye, nasıl takıcam......... hepsi birer karabasan......hala da öyle açıkçası.  Yatılı okulda okumanın dezavantajı olabilir mi ?  Külliyen öyle olmasa da etkileri var diye düşünüyorum. Ebeveynlerimiz bu tür ritüelleri gerçekleştirirken gözlemleyemedik, başımıza gelince de şaşakaldık.

Bir de işin taziye bölümü var, arasam mı, gitsem mi, arasam ne diyeceğim ?  Ne dersem diyeyim acısını hafifletmeyeceğini biliyorum, abes bir laf ederim  korkusu. Babamı kaybedince en iyi bunu öğrendim galiba. Karşımdaki ne derse desin, üzüntüsünü anlayabildim. Biliyorum ki, telefon açarken veya yanıma gelirken o da aynı endişeyi yaşadı. Aramak yeterliymiş, fazla söze gerek yok, acını paylaşıyorum demekmiş.

Doğumdan ölüme anlamlı sözlere ihtiyaç var. 

Bugün benim doğum günüm. Bir avazla  göbek bağımın koptuğu gün yerine, birden fazla avazla hayata tutunduğum gün. Yıllar önce 11 Ocak sabahına kötü bir rüya ile uyanmıştım, Bodrum'daydım, sokaklar çamur içindeydi ve ben o çamurda oğlum kucağımda yürümeye çalışıyordum, üzerimdeki beyaz elbise çamura batmıştı. Bu 11 Ocak sabahına yine bir rüya ile uyandım, yine Bodrum, bu sefer deniz biraz çırpıntılı, yer yer masmavi, kalabalık ve sahilde evler yok, insanlar teknelerde yaşıyor, Denize girmek yerine bir adamı takip edip eski bir eve girdim, adam kayboldu ben o güzel evde kalakaldım. 


İlk Gün
Dolabın içinde beyaz çarşaflar, 
Yataktakiler kırmızı, 
Annesinin içinde bir çocuk, 
Annesi acılar içinde… 
Baba holde, 
Hol evin içinde, 
Ev şehrin içinde, 
Şehir gecenin… 
Ölüm bir çığlıkta, 
Ve çocuk artık hayatta…

Jacques Prévert
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder